Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

07/12/2011

Pembe mezarlık

ORTADOĞU coğrafyası, Ahmet Davutoğlu'nun deyimiyle "geleceği ertelenmiş" bir coğrafya. Halklar sırtlarında umut ile travmayı, onur ile ezginliği aynı anda taşıyor. Meydana bir sandık koyup, idarecilerini seçme hakkını pratiğe geçirmek gibi son derece insani bir değişimi tesis etmeye çalışırken, Libya örneğinde olduğu gibi çamura bulanabiliyor, buna rağmen kendileri hakkında aşırı iyimser kalabiliyor, herhangi bir dış faktör karşısında ise fazla öfkeli davranabiliyorlar.
Kanlarını, canlarını ortaya koydukları bu süreci küçümseyen, bir "Batılı oyunu" gibi gösteren, "Sizi daha da güçsüzleştirmek, bölmek, zayıflatmak istediler ve şimdi olan da budur'' gibi yaklaşımlar karşısında çılgına dönüyorlar. Ama, "Doğrusu buydu, halk hakkı olanı istedi, ancak demokrasiyi içselleştirmek zor bir süreç, bu noktada Türkiye sizin için iyi bir rol model" denildiğinde de kızıyorlar. Hepsi değil kuşkusuz, Erdoğan'ın bölge sokaklarında gördüğü sevginin üzerinden bir yıl bile geçmiş değil. Ancak tarif ettiğim şekilde düşünen ve davranan bir entelijensiya var ve Gaziantep'te, Zirve Üniversitesi işbirliğiyle toplanan Abant Platformu'nun son toplantısı bu yadsınamaz damara ışık tutmuş oldu. Toplantı, Türkiye'nin bölgeye doğrudan müdahalesi karşısında karşılaşabileceği direncin provası oldu.
Pazartesi günü hem gazetede hem haberturkblog'da aktardım. "Arap Baharı"ndan sonra Ortadoğu'nun Geleceği ve Türkiye konulu toplantıda bölgeden gelen katılımcılardan hatırı sayılır tonda bir ses yükseldi: "Bu topraklar yeniden İngiliz, Fransız sömürgesi olmayacak, yeniden Osmanlı eyaleti de olmayacak." Aynı katılımcılar Türkiye'yi, hem müdahil olmakla, hem de muhalif hareketlere vakitlice destek vermemekle, yani birbiriyle çelişen iki ayrı şeyle aynı anda suçlayabildiler ki, bu da bölge ülkelerinin Türkiye'ye nasıl karmaşık duygularla bağlı olduğunun göstergesiydi. Bir grup yazar olarak, 2004 ve 2005'te Doğu Konferansı olarak yaptığımız ziyaretlerde de aynı tepkilerle karşılamıştık. Ancak arada bir sürü şey oldu. Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışı, BM konuşması, özür dilemesi ve tazminat ödemesi gereken İsrail ile ilişkilerini germekten kaçınmaması İsrail-Filistin meselesini değiştirdi, ama görünen o ki, 'yeniden Osmanlı mı?' korkusu değişmedi. Zira "sempati duymak" ayrı şey, halkların kendi liderlerini, kendi dinamiklerini harekete geçirme ve inisiyatif alma arzuları ayrı şey. İş teori üretmeye ve milli onur meselelerine öncülük etmeye geldiğinde "tarih bilinci" ve "milliyetçilik" daha güçlü ve belirleyici oluyor.
Kaldı ki, 14.08.2011 'de, o dönem Türkiye'de bariz hale gelen bir eğilime karşı çıktığım "Suriye'ye girmek" başlıklı yazımda, "Birinci Dünya Savaşı sonrasında çizilen sınırların bu bölgenin gerçeklerini karşılamadığı ne kadar doğru ise, o sınırların bir yüzyılı aşkın bir zamandır var olduğu ve oluşturduğu birçok statü bulunduğu da ayrı bir gerçek" diye yazmış, "Arap milliyetçiliği"nin, diktatörlerden kurtulmak isteyen muhalifler için bile güçlü bir damar olacağı ihtimalinin ıskalanmaması gerektiğine dikkat çekmiştim.
Hâlâ böyle düşünüyorum. Türkiye'den sadır olacak, herhangi bir doğrudan müdahale, sokaklardaki sevgiyi de süpürüp Türkiye'yi bölgenin "çakma ABD'si", kötü "emperyalist" gücü yapabilir. Dahası, Ortadoğu'da üstlenilecek rolün fazlası, bizi Batı'ya karşı borçlu ve daha fazla mahkûm hale getirebilir.
Bütün bunlar elbette bölgenin Türkiye tecrübesine saygı duymadığı anlamına gelmiyor. Beşar Esad'ın çekilmesi gerekirken, bunu yapmadığı, halkını katlettiği gerçeğini de değiştirmiyor. Hakeza, "Türkiye bölgede olup bitenler kendisini etkilemezmiş gibi her şeye nötr kalıp, uzaktan bakmalı" demek de mümkün değil. Arap Ligi ile paslaşan, dikey değil yatay ilişkiler kuran bir Türkiye'ye kimsenin itirazı olmayacağı gibi, böyle bir Türkiye'ye ihtiyaç duyulacağı da su götürmez. Ancak Türkiye'den ne bekledikleri ve neden şikâyet ettikleri konusunda birçok çelişkili tutuma sahip olan Araplara, memleketlerini nasıl idare edecekleri konusunda haddimizi aşan roller üstlenir, tarihsel hülyaların peşinde "Model biziz" hezeyanına kapılırsak düşeceğimiz yer o meşhur şarkıdaki yer olabilir: Pembe mezarlık.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp