Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

05/08/2009

Hıristiyanlar da böyle kapitalist oldular...

BİR süredir Erol Yarar'ın 20.07.2009 tarihli Star Gazetesi röportajında ve "Teke Tek" programında söyledikleri üzerine düşünüyorum. Erol Yarar, MÜSİAD'ı kurup sonradan yeşil sermaye olarak adlandırılacak olan şeyi, Anadolu'daki iktisadi potansiyeli harekete geçirmiş bir isim. MÜSİAD'ı paranın esiri olmayan, dini ve milli değeriyle barışık işadamlarına destek olmak için kurduklarını, bir ülkenin kendi değerleriyle barışık olan asli unsurları aracılığıyla kalkınabileceğini söylüyor.
İslam tarihinden örnekler vererek, serbest piyasa düzeninin, kapitalizmin dinle çelişmediğini düşünmemize neden olabilecek şeyler söylüyor. "Asıl burjuva sınıfı biziz; çünkü bu toprakların değerleriyle barışık olan asli dinamikler biziz" diyor.
Ona hak veriyorum; çünkü kapitalizmin icat edildiği yerde de aynen böyle olmuştu. Hıristiyanlığın hiç hoş görmediği para kazanma uğraşı, Hıristiyanlığın teolojisi içinden yeni "fayda" ve "toplumsal değer" kavramları çıkarılarak aklanmış; "günah" gibi "sevap" gibi terminolojiler üzerinden yüceltilmişti.
Orada biraz zaman almıştı bu, bizde çağın da etkisiyle hızlandırılmış sürümü devrede. Şöyle ki, kapitalizmi Hıristiyanlığa rağmen ve fakat Hıristiyani kodlara uydurma, onu Protestan ahlakı etrafında uygunlaştırma koşulları daha on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda olgunlaşmış bulunuyordu. Tabii "onlar da" tıpkı biz Müslümanlar gibi, aslında başka şeyleri amaçlıyorlardı; gerçekleşmiş olanlar, amaçlanmış olanlardan farklı oldu.
Sözgelimi şan ve şeref, "kahramanlık" fikrini gözden düşürmeye çalışan, eserlerinde kahramanlığın aptalca olduğunu ileri süren Hobbes, La Rochefoucauld, Cervantes ve Racine gibi öncü düşünür ve yazarlar, yaptıklarının yeni bir sınıfın yeni gereksinimlerine uygun bir sistem yaratmak olduğunun farkında değillerdi. Ve olaylar şöyle gelişti: Onur ve kahramanlık idealinin gözden düşmesinden yüz yıl kadar sonra para kazanma dürtüsü ve bankacılık işlemleriyle sanayi etkinliklerini yürütenler saygı görmeye başladı. Bu hikâye Yarar'ın, "Bir lokma bir hırkaya inanmam" derken gözden düşürdüğü kanaatkârlığın, ne ile yer değiştireceği noktasında ufuk açıcıdır.

KAPİTALİZMİN DİNİ KÖKENLERİ

Bugün kapitalizmi baskıcı ve yabancılaştırıcı olduğu için eleştirenler, kapitalizmin eksiksiz insan kişiliğinin geliştirilmesi yönünde nasıl da engelleyici olduğundan dem vuranlar bir şeyi ıskalıyorlar. Batı'da, kapitalizm, dini bütün Hıristiyanların davranış kodlarına uyarlanırken, tam da bu nedenle desteklendi ve kabul gördü. Kapitalizmden beklenen çeşitli insan dürtülerini bastırması, öngörülemez yıkıcı tutkuları dizginlemesi; savaş, öldürme ve yok etme, otoriteyi tanımama, bozgunculuk ve anarşiye sebep olma, şehvet düşkünlüğü, amaç yokluğundan tembelliğe ve miskinliğe savrulma gibi "zararlı" eğilimleri, "para kazanma hırsı" ile terbiye etmesiydi. İnsanlığın yıkıcı tutkularıyla baş etmenin yolu çıkar merkezli bir dünya tasavvurunun inşa edilmesinden geçiyordu, ki insanlar çıkarlarını kollayabilmeyi bir tutku haline getirsin ve bu tutku öngörülemez, otoriteler tarafından yönlendirilemez olan diğer "zararlı" tutkularının önünü kessin. Albert O. Hirschmann, buna tutkuyu tutkuya karşı kullanma; zararlı tutkuları, faydalı tutkularla dizginleme, dengeleme stratejisi adını veriyor.

ÖYLE BİR GÜNAH İŞLE Kİ
ZARARDAN ÇOK FAYDA GETİRSİN

Bir günahı başka bir günahla engelleme fikrinin kökleri Aziz Augustinius'a kadar gidiyor. Augustinius'a göre vatanlarını çok seven ilk Romalılar, aşırı övülme düşkünlükleri yüzünden zenginleşme arzusunu ve başka kötü yanlarını bastırmaktaydılar; bu kapı aralığı vaktiyle şövalyelerin ve aristokratik idealler peşinde koşanların şan ve onur düşkünlüğünü aklamıştı. Toplumsal değer üreten bir günahın, diğer günahlara oranla daha katlanılabilir olduğu fikri, zamanla gelişti, değişti, bir kere araya Calvin' girdi. 18. yüzyıla gelindiğinde, "Bırakınız yapsınlar" düşüncesinin öncülerinden sayılan Mandeville, becerikli politikacının "bireysel günahları" "toplumsal fayda"ya dönüştürme yeteneğine sahip olması gerektiğinden bahsedebiliyordu artık.
Adam Smith "Ulusların Zenginliği"nde onun izinden gitti. Bir farkla. "Tutku" ve "günah" gibi terimlerin yerine "avantaj" ve "çıkar" ifadelerini kullandı. Bütün bu süreç 19. yüzyıl iktisat teorisinin dayanağı haline geldi. Adam Smith'in çağdaşı, Montesquieu'dan açık bir biçimde etkilenmiş olan James Steuart, "Siyasal İktisadın İlkelerine Bakış" adlı eserinde çok beylik bir laf etti:
"Karmaşık modern ekonomi sistemi (yani çıkarlar), despotluğun akılsızlığına karşı icat edilmiş en etkili dizgindir."
Bu cümlenin ışığı, Türkiye'deki İslami kesimin zenginleşme motivasyonunu aydınlatmak için yeterlidir. Karşılığı şudur: "Dindar kimliğin yüzünden baskı görüyorsan, seni bastıran despotları dizginleyecek güce kavuş, gücün anahtarı ise paradır."
İslamcılar, Steuart'ın söylediği şekilde despotluğun akılsızlığına, paranın gücü ile direnmeyi seçtiler.
Ancak kapitalizmin sıradan Müslüman vicdanlar tarafından içselleştirmesini sağlayan psikolojik süreç de Batılı hemcinslerimizin atalarıyla aynı eksende gelişiyor. Nitekim, dün hor görülen para kazanma ve başarılı olma hırsı, bugün insanı "faydasız" aşk-meşk işlerine girmekten, gece hayatından vs. koruduğu varsayıldığı için hayırlı bir faaliyet olarak algılanıyor.

*

Erol Yarar saygı duyduğum bir kişi. Kimsenin kimseye sen para kazanma demeye hakkı olmadığını söylerken de haklı. Müslüman toplumdan çıkacak bir ekonomi modelin, kapitalizmin ürettiği çarpıklıklara çözüm üretebileceğini söylüyor. Allah biliyor, ona inanmak isterim. Tamam, bizdeki "zekât müessesesi" önemli bir fark; ama yeterli bir zırh mı? Emin değilim.
Çünkü Hıristiyanlık da, bir zenginin cennete girebilmesi ihtimalinin bir devenin iğne deliğinden geçmesinden daha zor olacağını buyuran bir dindi. "Faiz zamanı satmaktır, oysa zaman Tanrı'ya aittir, Tanrı'ya ait olan bir şeyi satamazsınız!" diyen bir kilisesi vardı o dinin... Bunlar kapitalizmi durdurmadı.
Şimdi endişe şudur: Sakın İslam'ın başına da aynı şey geliyor olmasın?
Ve haklı bir endişedir.


 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp