Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

01/08/2012

Köşk'ten gelen ses...

GEÇTİĞİMİZ günlere damgasını vuran en önemli olaylardan biri Cumhurbaşkanı'nın yakın danışmanlarından biri olan Ahmet Sever'in Cumhurbaşkanı'nın sözcüsü olarak yaptığı açıklamalar oldu. Sever'in gazeteci Ruşen Çakır'a verdiği röportaj bir hayli ses getirdi ama bırakılan izlenim "Ya sözcü işgüzar ya da yöntem yanlış"tan öte gitmedi.
Ne diyor Ahmet Sever? Öncelikle Sayın Gül'ün Cumhurbaşkanlığı süresinin belirsizliğe teslim edilmesinin ne kadar yanlış olduğunu... Tespit son derece doğru, o süreç hayli yanlış yönetildi ve sergilenen tavır hemen herkes tarafından eleştirildi.
Ancak söyleşinin, Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan'ın karşısına çıkacağını düşündüren iddialı bölümleri de var. Kimi partililerin Gül'ü denklem dışı bırakan uluorta konuşmalarına rağmen Anayasa Mahkemesi'nin Gül'ün yeniden adaylığının önünü açtığını hatırlatıyor Sever. "Pekâlâ aday da olabilir, niye olmasın?" diyor. "Kişisel görüşüm" diye ekliyor, ama ne yazık ki bu sözlerle istemeden bile olsa Cumhurbaşkanı'nı bağlıyor. Abdullah Gül belki de hiç gerekmediği halde "Erdoğan 2007'de fedakârlık etmiş ve kendisi de cumhurbaşkanı olabilecekken sizi seçmiş, Köşk'e göndermişti. Demek siz aynı centilmenliği göstermekten kaçınacaksınız?" şeklindeki ithamkâr iç seslerin arasında dolaşacaktır artık.
Zira bahse konu olan "fedakârlığın" basit bir nezaket, kolay bir reverans filan olmadığını hatırlamak için 2007 şartlarına bakmak yeterli.
Unutulmasın, Cumhurbaşkanlığı meselesinde o gün de bugünkü gibi "doğal lider" olarak en çok Erdoğan'ın adı geçiyordu, ama Deniz Baykal'ın "Sen olma da kim olursa olsun" çıkışları nedeniyle Abdullah Gül'ün ismi üzerinde karar kılındı. Lakin hemen ardından bilinen ama açıkça dillendirilmeyen klasik "laiklik" bahsi sahne aldı. Mesele "başörtülü eş" durumunun bir rejim meselesi olarak telakki edilmesiydi. Neler olmadı ki sonra? Meşhur 367 krizi, oylamaya katılacak milletvekillerine partilerinden; o partilere birtakım "ulu" yerlerden yağdırılan talimatlar, tehditler.
Erdoğan pekâlâ "Sorun başörtülü eşse, ben de aday olmuyorsam o halde başka formül düşünelim" diyebilirdi. Ama demedi, Gül'e verilen sözden dönmedi. Bu noktada Sever'in, "Sayın Gül kararlı bir duruş sergiledi. Hatta 'Ben bu işe başımı koydum, buradan dönmem' dedi" ifadeleri ile "Aslında kendisi Cumhurbaşkanlığı'nı çok istemiyordu. İstemek zorunda kaldı" şeklindeki cümleleri arasına boylu boyuna uzanmış çelişkiyi gülümseyerek karşıladığımı belirtmek isterim.
Yine unutulmasın: Erdoğan sadece fedakârlık yapmadı, yaptığı fedakârlığın bedelini de ödedi.
Abdullah Gül'ün Çankaya'ya çıktıktan sonra sergilediği sakin ve birleştirici tavrın değerini takdir etmek, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı döneminin Erdoğan ve AK Parti tarafından sübvanse edildiği gerçeğini hükümden düşürmez. Gül'ün cumhurbaşkanlığı konusunu onur meselesi sayıp savunmak, partiyi kapatılmanın eşiğine getiren etkenlerden biriydi. Sayın Gül akil bir adam olarak, Çankaya'da asude bir dönem geçirirken, demokrasi dışı unsurların operasyonlarıyla baş etmek, kapatılmasına ramak kalmış ve Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararıyla meşruiyeti yaralanmış bir partiyi yeniden eski temposuna kavuşturmak hep "Erdoğan'ın sorunu" oldu. Bugün bazı kesimlerin Erdoğan'a ve hükümete duydukları nefretin yarısı hâlâ "Çankaya'ya Gül'ün çıkarılması adına sergilenen gayret"in yarattığı antipatiye dayanır.
Kimi partililerin Gül hakkında konuşmaları ve Erdoğan'ın bu duruma ses çıkarmaması Gül'ü kırmış olabilir. Ancak kanımca "Gül uzlaşmacı, ılımlı; Erdoğan kibirli, sorunlu" sloganının sadece ulusal değil, küresel çapta dolaşıma sokulması ve Gül'ün susması da Erdoğan'ın kırıcı bulabileceği bir durum. Ama kimsenin "Gül bu konuda neden susuyor?" diye sorduğunu hatırlamıyorum. Bütün bunlar Türkiye'nin önünde oldu bitti. Dolayısıyla şimdi Erdoğan'ın Gül'e yaptığı jestin karşılıksız kalacağı izleniminin verilmesi iyi bir etki bırakmıyor. Ancak böyle bir ihtimal varsa bile, en doğrusu Gül'ün çıkıp açık açık "Evet, adayım" demesi olurdu. İki eski dostun şimdi bir makam üzerinden birbirleriyle kıyasıya rekabete girişecekleri bir ihtimalin sertliğini "Cumhurbaşkanımız üzüldü, kırıldı" gibi bir incelikler şelalesinde yıkayarak kamuoyu oluşturma yolu, kullanılabilecek metotların en kötüsü oldu.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp