Top
Nihal Bengisu Karaca

Nihal Bengisu Karaca

nbkaraca@htgazete.com.tr

01/08/2009

Yeni açılım, eski soru: Anılara tutunmak mı, dalgaları aşmak mı?

İÇİŞLERİ Bakanı Beşir Atalay'ın Kürt açılımı olarak ifade ettiği gelişmeyi "iyi niyetli merak" motivasyonuyia takip etmeliyiz.
Her ağzımızı açtığımızda demokratik, çoğulcu ve özgürlükçü bir toplum olmalıyız diyorsak, Kürtlerin bu toplumun bileşenlerinden biri olduğu gerçeğini ve onların dertlerini, yaralarını hiçe sayarak demokratik çoğulcu ve özgürlükçü olunamayacağını bilmemiz gerekir.
Gerçi yara, sadece Kürtleri acıtmış da değildir, terörle mücadele esnasında Türk vatandaşları ağır kayıplar vermiştir; Niğdeli, Uşaklı, yuvalar tarumar olmuştur.
Fakat "Kürt açılımı"nın bir yüzü de buraya bakıyor zaten. Bu açılım, aynı zamanda "Teşvikiye Camii'ne gelmeyen şehit cenazelerinin mümkünse hiçbir cami avlusuna gelmemesi açılımı" dır... "Bitsin bu savaş, bu karmaşa" açılımıdır.
Çünkü gerek DTP'ye oy veren Kürtlerin gerekse yurdun her yerindeki Türklerin temel eğilimi "Artık barış olsun" eğilimidir. Bu eğilimin serpilmesi kuşkusuz iyi bir şey, fakat bu eğilimin altını doldurmak ve gerekleri üzerine düşünmek; bu eğilimin sonuca ulaşmasını sağlamak için siyaset yapanlara ağır görevler düşüyor.
Neden ağır? Çünkü barış savaştan daha zor. Savaşan insanlara egemen olan "kazanma hırsı", bu işin bir yerinde canını kaybedebileceğin riskinin muhtemel acı sonuçlarına bile galebe çalıyor. Savaş için gerekli olan silah ve strateji iken, barış için gerekenler bunlardan çok daha fazlası.
Barış ise her gün az az risk almayı, her gün az az kaybetmeyi, her gün az az kazanmayı, şiddete başvurmanın yasaklandığı bir disiplin içinde sabrı idrak etmeyi, daha da zoru, yanlış anladığın her şeyi yeniden öğrenmeyi, öfkeden arınmayı ve soğukkanlılığı, konuşabilmeyi ve konuşabilmek için gerekli olan kelimelere/kavramlara sahip olabilmeyi gerektiriyor.
GEÇMİŞ ACILAR İLE
MUTLU GELECEĞİN ÇARPIŞMASI
Savaş geçmişin acılarından, "yaşanmış" ve olmuş olması dolayısıyla nispeten "somut" olan bir birikimden beslenirken, barışın besini "gelecek"tir; bu durum da savaş karşısında elinin zayıf olmasına neden olur, zira gelecek henüz var olmamıştır, geleceğe ilişkin anılarımız olamaz, "yoktur" gelecek... Mevcut olanla muhtemel olanın mücadelesidir bu.
"Barış için yola düşenlerin işinin zorluğu buradan da kaynaklanır. Onlar "geleceğe ilişkin mutlu anılar icat etmek zorundadırlar ve bu anıların yaşanabilirliğini, sanki yaşanmışlar gibi anlatmalıdırlar ki, sahiden yaşanmış acılar istirahatgâhına yolcu edilebilsin. Barışın gelecek zaman hikâyeleri, "şimdi"nin notalarıyla desteklenmelidir ki, trajik besteler çalmakta olan intikam borazanları artık yaşlandık diyerek kendilerini bahçe bakımına verebilsin.
Kürt meselesindeki barış girişimleri de benzeri nedenlerle hep atıl kalmıştır. Çatışmanın savaştan yana olan tarafları, güçlü sesleriyle geçmişten acı hatıralar anlatmışlardır çünkü, bu bizi etkilemiştir.
Çatışmanın barıştan yana olan tarafları ise bize bir arada yaşayabilen, birbirine tahammül edebilen mutlu insanların yaşadığı bir toplumdan bahsetmişlerdir, "Hikâye bunlar" demişizdir.
Geçmiş gelecekten güçlüdür. Geçmiş anıların acısı, geleceğin sahip olduğu "mutlu anılar" potansiyelini ittire ittire ötelemiş, sürekli uzaklaştırmış, geçmiş acı anılar bohçasını şişirdikçe şişirmiştir.
Fakat bu bohçanın bir kapasitesi olduğu gibi, geleceğin de bir sınırı var. Daha doğrusu, bu ülke insanının hafıza deposu o kadar şişti ki artık biriktirdiği anıları gerektiği zaman çağıramıyor bile. Bu da çok doğal, gelecek tasavvuru olmayan beyinlerden, düzenli arşiv tutmaları da beklenemez. Böyle bir beklenti yersiz bir beklentidir. Ütopyası olmayanın ikinci el distopyaları(*) olur. İyi bir gelecek tasavvurunuz yoksa, beyninizin "ütopya" kurgulayacak vasıtaları tükenmişse, geçmiş acılara da sağlıklı bakamaz hale gelir, dağınık, yarısı silinmiş yarısı kaybolmuş acılarınızın istismarcıların eline geçmesine neden olursunuz, istismarcılar da onları alır, kendi gelecek iktidar idealleri için elverişli distopyalar yapar, size geri satarlar.

Şimdi Beşir Atalay'ın bu "Kürt açılımı" ve Kürt meselesinde doğru adımları atabilmek için her öneriye, her fikre açık olduklarını bildirmesi, insanlara daha mutlu bir gelecek tasavvuru için kafalarınızı çalıştırın çağrısıdır. Her iki tarafa da çağrıdır. Haydi çalıştırın saksıyı...
Türkler de Kürtler de önem verdikleri, saygı duydukları yahut oy verdikleri adamlardan bir şey bekliyor. Liderler ve kanaat önderleri, geçmiş acıları yarıştırma sularından kaçınmak bir tarafa, iki adım öne geçerek gelecekte yaşanmış mutlu anıları "varmış gibi" davranmalı.
Aksi takdirde bu halklar, kitleler, birlikte yaşamanın hayalini kurmaktan bile uzağa düşecekler.
Elinizi çabuk tutun. Zira siz ütopyanın kanatlı atlarına binerken başkaları da boş durmuyor. "Distopya'nın Godzilla"sını serbest bırakmak istiyorlar.
(*) Distopya: En kötü ihtimallerin gerçekleştiği gelecek senaryolarına genellikle distopya denir. Sadece geleceği değil, mevcut durumun sadece negatif, tekinsiz ve kötücül yanlarını ortaya çıkararak yapılan toplum-dönem okumalarına da distopya denir. Distopik bir toplumu karakterize eden en temel nitelik, otoriter ya da totaliter devlet modelidir.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp