Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

24/09/2010

Damar sertliği

Doktorlar, ileri yaşlarda ortaya çıkan marazlar arasında insanın başına en fazla damar sertliğinin dert açtığını söylerler.
Öyle kalp krizi yahut felç riski yaratmasından falan değil, dil belâsına sebep olması, yani saçma sapan lâflar ettirmesi yüzünden...
Dün, bir doktor arkadaşımdan damar sertliği denen illetin neyin nesi olduğunu tbbî terimler kullanmadan, basit bir şekilde anlatmasını rica ettim.
"Hafıza ve bilgi, beyinde depolanır" dedi. "Beyinde elektrokimyasal reaksiyonlar olur ve bu reaksiyonun yakıtı da oksijen ve glikozdur. Damarlar yaşın ilerlemesinden yahut başka sebeplerden dolayı tıkalı olursa kanı taşıma güçleri azalır, beynin ihtiyaç duyduğu oksijen pompalanamaz, dolayısı ile beyin yakıt alamadığı için gereken fonksiyonları yerine getiremez ve unutkanlık ile saçmalama başlar..."
Doktor arkadaşım, halk arasında "bunama" olarak bilinen "demans"ın aslında unutkanlık olduğunu, demansa giren yaşlının sadece geçmişi unutmadığını, aynı zamanda saçma sapan sözler de etmeye başladığını anlattı. Sonra, demansın fazla kilo, yüksek kolesterol ve alkol yüzünden genç yaşlarda da meydana gelebileceğini ve marazın son aşamasının Alzheimer olduğunu söyledi.

TUTMAYAN KERAMET
Bunamanın, saçmalamanın yahut hafıza kaybının sebebini öğrenmemden sonra, söyledikleri sözler birkaç günden buyana gazetelerin manşetlerinde yeralan çok kişinin damar sertliğine müptelâ olduğunu düşünmeye başladım.
Mütekaid bir paşa çıkıyor, "Ohoooo... 6-7 Eylül de bir şey mi yahu? Biz Kıbrıs'ta cami bile bombalamıştık" diyor. Sonra, "Meselâ dedik canım..." diyerek söylediğini düzeltmeye çalışıyor.
Derken Korkut ve Ahmet Özal beyefendiler arz-ı endâm edip belki altı bin sekiz yüz on yedinci defa fikr-i sabitlerini, yani "Turgut Özal öldürüldü" iddiasını tekrar buyuruyorlar. Korkut Bey büyük ihtimalle damar sertliği çekiyor olacak ki, aynı mealdeki bir başka kerameti 1998 Haziran'ında göstermeye çalıştığını amatutturamadığını unutuyor "Ağabeyime yapılan suikast girişiminde Erol Simavi'nin parmağı vardı" diyor.
Tuhaflıklar bu kadarla kalsa, iyi! Dün de Dinç Bilgin ortaya "Simavi, Hürriyet'i satar satmaz Ankara'ya gitti. Ordu Yardımlaşma Vakfı'na sanırım 200 bin dolar civarında para verdi ve İsviçre'ye gitti" demez mi?

NERESİNİ DÜZELTEYİM?
Hani adamın biri mahallenin imamına "Yahu, tepesini attıran kızı Süheylâ'yı boğmak üzere iken peygamberin 'Kızını değil, bunu boğ' diye gökten deve gönderdiği Bakkal Hüseyin Efendi hâlâ hayatta mıydı?" diye sormuş, imam da "Yuh beee!" diye anlatmaya başlamış: "Bakkal değil, peygamberdi; ismi de Hüseyin değil İbrahim idi... Kızını değil, oğlunu kurban etmek istemişti ama kızgınlıktan falan değil, en kıymetli varlığını Allah'a sunmak istediği için... Üstelik boğmaya kalkışmamış, boynunu kesmeyi düşünmüştü... Gökten deve değil, koç inmişti; gönderen de peygamber değil, Hazreti Allah idi... Neresini düzelteyim?"
Dinç Bilgin'in dünkü iddiası da işte bu tuhaf fıkradaki gibi... Erol Simavi bağışı Ordu Yardımlaşma Vakfı'na değil, Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni Güçlendirme Vakfı'na yapmıştı. Bağışın miktarı 200 bin dolar değil, 100 milyar lira idi ve o zamanki para ile 3 milyon 100 bin dolar ediyordu. Ankara'ya falan gitmemişti, bağış çekini o zamanki murahhas âzâsı Yaşar Eroğlu vermişti, Erol Bey'in satıştan sonra İsviçre'ye yerleştiği iddiası da saçmaydı, zira zaten İsviçre'de yaşamaktaydı.
Haydi, iddiaların sahibi sağlık sorunları yüzünden saçmaladı diyelim ama bağış haberi o günkü gazetelerin birinci sayfalarında çıkmış ve arşivler de artık tık mesafesinde iken bu kadar yanlışı gündeme getiren gazeteye ne diyeceğiz?
Orduya şânına lâyık bir bağış yapmanın suç gibi gösterilmesini de bir tarafa bırakalım... Sadece kendi adı ile değil, aile ismi ile de basın tarihimizde parlak bir mevkiye yerleşmiş bulunan Erol Simavi'ye çirkef sıçratmaya çalışmak en azından ayıptır ve sâbık devletlûlar ile sâkıt patronlara yakışmaz...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp