Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

23/03/2011

İslam dünyası ve demokrasi

FATİH Altaylı, önceki gün Irak’ta ve Libya’da şimdi olup bitenlerin o memleketlerde bundan yüz yıl önce yaşananların benzeri olduğunu yazıyor ve şöyle diyordu: “Bugün, yüzyıl sonra işgal edilen ülkelerle Türkiye’nin farkı ne? Tek bir fark var: Türkiye, Mustafa Kemal diye bir dâhi çıkardı. O, Osmanlı mirası topraklardan kendi ulusu için kurtardığı bölümde öyle bir sistem, öyle bir düzen kurdu ki bugün kimse ilişemiyor, kimse dokunamıyor”. Bugün hiçbir akıl ve iz’an sahibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin bu kadar sağlam olmasında Mustafa Kemal’in rolünün büyüklüğünü inkâr edemez. Ama, Türkiye, diğer bölge ülkelerinden çok önemli bir başka özelliğe sahiptir: Devlet geleneğine... Devlete lâf etmek, her vesile ile devleti suçlamak, beceriksiz, baskıcı ve çağın gerisinde kalmış olduğunu iddia etmek son zamanlarda her ne kadar moda ve entellektüel görünmenin şartı olmuş ise de, bizde köklü bir devlet geleneği vardır. İki bin küsur sene öncesinden gelen bu gelenek kendi kurumlarını oluşturup sağlam bir hâle getirmiştir ve Türkiye’nin diğer bölge ülkelerinden en önemli farkı, işte bu devlet geleneği ve kurumlarıdır.

ONLARIN KURTARICILARI
 Bugün karmakarışık durumda olan yahut yabancı işgali altına giren Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde, ondokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren çok sayıda “kurtarıcı” çıktı. Mısır’ın Orabi Paşa’sı, Libya’nın Ömer Muhtar’ı, Cezayir’in Abdülkadir’i, hattâ 1950’lerin İran’ının Musaddık’ı bunların birkaçı idi... Ülkelerini yabancıların askerî işgalinden yahut ekonomik esaretten kurtardılar ama memleketlerinde bir devlet geleneği olmadığı ve bilinmediği için, bütün bu başarıların arkası gelmedi. Mağlûp edilen yabancı güçler ya çok daha kuvvetli şekilde dönerek daha da sert bir sömürge idaresi tesis ettiler, yahut kurtarılan ülkelere diktatörler hâkim oldu. İşbaşına geçen diktatörü zamanla halka özgürlük verme vaadiyle devirenler ise, devirdiklerine rahmet okuturcasına sert bir başka ceberrut kesildiler. Devlet demek diktatörün kendisi, aşireti, ailesi ve yakınları demekti. “Devlet” kavramı o ülkede sadece memleketin kâğıt üzerindeki isminde mevcut oldu, o kadar. Bir örnek: Ortadoğu’da kurumları bakımından diğer bölge ülkelerine göre en güçlü olan memleket Mısır’dır. Dörtyüz seneye yakın Türk hâkimiyetinde kalan Mısır’a bizden sonra İngiltere’nin kuklası olan bir krallık gelmiş, krallığı 1952’de deviren askerler önce Sovyetler’in, ardından da Amerika’nın dümen suyuna girmişler, bütün bunlar olup biterken halka nefes bile aldırılmamış, siyasî partiler sadece süs olarak vârolmuşlar ve devlet, halkın sesini çıkarmasını önleme vasıtası olmuştur. Mısır’da bugün vârolan ve ağır-aksak şekilde işleyen kurumlar, Osmanlı hâkimiyetinin son dönemlerinden, Kavalalı Hanedanı’ndan kalmadır.

HATALI MUKAYESELER
 Bugün kimisi işgale uğrayan, kimisi de isyanlar yüzünden toz-duman vaziyette bulunan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri ile Türkiye’yi aslında mukayese bile etmemek gerekir. Zira bu ülkelerin hemen tamamı bundan seksen küsur sene öncesine kadar İstanbul’daki Mekteb-i Mülkiye’den mezun kaymakamlarla valilerin idare ettiği sancaklarımız yahut vilâyetlerimizdir ve “tâbî” ile “metbû”nun mukayesesi ise hatadır. Dikkat ederseniz, devlet geleneğinin bölgede Türkiye’nin yanısıra bir başka ülkede daha hüküm sürdüğünü görürsünüz: İran’da... İran’da 1979’da yaşanan devrim sadece bir rejim değişikliğidir ve devlet yine eski İran Devleti’dir. Bu devlet hem işleyişi, hem de kurumları bakımından güçlüdür; zira bizim eserimizdir. İran’da dokuz asır boyunca hüküm süren devletler hep Türkler tarafından kurulmuşlardır ve Farslar kendi ülkelerinde ancak 1925’te, Pehlevîler’in Türkçe konuşan Kacar Hanedanı’nı devirmeleri ile sözsahibi olabilmişlerdir. Özgürlük ve demokrasi kavramları ile tarihleri boyunca hiçbir münasebetleri bulunmayan diğer Ortadoğu ülkelerinin demokrasiye kavuşmaları bana işte bu yüzden çok uzak bir ihtimal, hattâ hayal gibi geliyor!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp