Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

21/02/2011

Fuzulî'nin 2010 kerameti

BİLMEM, dikkat ettiniz mi? 2010 Ajansı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü son zamanlarda nereye el atıp hangi tarihî binayı restore etmeye kalksalar orası cayır cayır yanıyor; şehre her tarafından buram buram dumanlar tüten yangın yerleri hediye ediyorlar.
Önce, Haydarpaşa Garı'nın çatısı gitti; sonra Kılıç Ali Paşa Camii halledildi ve nihayet geçen gün de Bayezid Camii'ne bitişik ahşap müştemilât!
Sanki 21. yüzyıl İstanbul'unda değil, 1 7. yahut 18. asrın yangınları ile meşhur Osmanlı payitahtındayız; alevler bir kere yol bulmayagörsün, önüne gelen herşeyi yutup ilerliyor...
Böylesi, Mao'nun "Kültür Devrimi" abukluğuna kurban olan Çin'de bile yaşanmamıştı. Çinliler taşınabilir tarihî eserlerin bulabildiklerini kırmış, parçalamış, bir şekilde yoketmiş ama binalara pek dokunmamış; sarayları, köşkleri vesair yapıları ihtilâlin emrine verip parti merkezi, karargâh, devrim okulu vesaire haline getirmişlerdi.
Biz işe tersinden başladık, "restore ediyoruz" deyip ne varsa yakıp kül etmeye giriştik ve bu işte de maaşallah pek bir başarılıyız!
Tarihî eserler, bundan birkaç sene öncesine kadar restorasyonda tecrübesi olan, yani bu işi belli bir sene boyunca yapmış olan şirketlere verilir, ihalelere aklına esip katılan ve "restorasyona talibiz" diyen tecrübesiz kuruluşlar dikkate alınmazdı.

MÜFETTİŞ KORKUSU MU?
Sonraları bu uygulamadan her nedense vazgeçildi ve asırlar öncesinden kalan binalar ihalelerde en düşük fiyatı verenlere teslim edilir oldu. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile ilgili diğer mevzuat, ihaleyi açana en düşük fiyatı vereni seçme mecburiyeti getirmiyor, aksine işi gerektiği gibi yapabileceğine inanılan tekliflerin değerlendirilebileceğini söylüyordu ama uygulama böyle olmadı. Müfettiş korkusu, ihalenin işin erbâbına verilmesini engelledi. "Yarın-öbür gün teftiş gelir, en düşük fiyatı veren varken neden daha pahalısını seçtiniz diye soracak olurlarsa halimiz nice olur?" endişesi başladı. Derken, işin içine dost ve tanıdık ilişkilerinin girdiği suçlamasına karşılık peşinen bir tedbir alındı ve ihalelerin galibi, en fazla kıran müteahhitler oldu.
Ve, netice: İstanbul'un eski ve önemli yapılarının restorasyonu yol müteahhidine yahut kasaba camiinin helâ inşaatçısına havale edildi, sonra da yapıların hepsi sırayla yanmaya başladı.
Şimdi, Bayezid Camii'nin kül olan müştemilâtını düşünün... Basra harap olup gitmiş ve yetkililer "Herşey aslına göre yeniden yapılacak" diyorlar ama nasıl, kimler tarafından ve hangi malzeme ile?

ŞAİR DOĞRU SÖYLEMİŞ
"Aslına göre yeniden yapmak" demek, o zamanın binalarında kullanılan meşe, kestane ve dişbudak gibi ağaçların kullanımını gerektirir. Ama, kesim yasağı konan kestane kerestesi nereden bulunacak? Sayıları zaten artık çok azalmış olan birinci sınıf ahşap ustaları nasıl temin edilecek? Bütün bu sıkıntılar yüzünden restorasyonda ithal ağaç kullanılıp kullanılmadığını kimler kontrol edecekler? İkinci Bayezid'in yaptırdığı camiin müştemilâtında Amazon yerlilerinin kulübelerin-deki tuhaf isimli ağaçlar yahut Af-rika'daki toprak camilerin çatısını örtmeye yarayan odunlar mı kullanılacak?
Divan şiirinin büyük ismi Fuzulî'nin meşhur gazellerinden birinde, "Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabib / Kılma dermân kim helakim zehri dermânındadır" yani "Ey tabip! Aşk derdiyle hoş bir haldeyim, bana ilâç vermekten vazgeç, derman bulmaya da çalışma, zira beni he-lâk edecek olan zehir senin der-mânındır" diye bir beyit vardır.
Fuzulî, bu beyti mânâ âleminde sanki bugünlerin İstanbul'unu görüp de söylemiş gibidir; zira 2010 Ajansı yahut vakıflar şimdilerde nereye derman bulmaya yani hangi binayı restore etmeye kalkış-salar sadece helâk etmedeler!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp