Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

18/04/2011

Ayşe haklı, ebru zanaattır!

AYŞE Karasu'nun geçenlerde yazdıkları, ebrucularımızı bir hayli hiddetlendirmiş...
Türkiye'nin ebrunun "kültür mirası" olarak tescil edilmesi için UNESCO'ya talepte bulunduğunu yazan Ayşe "UNESCO'ya verdiğimiz listeler sınırları zorlamaya başladı" diyor, ebrunun bir sanat değil "zanaat" olduğunu söylüyor ve soruyordu: "Ebruda sığır ödü bulunur ve kitap cildlerini süslemeye yarar. Artık ebrulu kitap cildleri yapılmadığına göre bundan UNESCO'ya ne? Duvara asalım diye mi korunacak?"
Vay, sen misin ebruya lâf etmeye yeltenen! Günlerdir aldığı mesajlarda ne cahilliği bırakılmış, ne kabalığı, ne de millî sanatlara düşmanlığı... Mesajlarda bir nezaket, bir incelik, bir zarafet var ki, hiç sormayın; tam sanatçılara lâyık!
Sanat tarihimizde hat, tezhib, kaatı, minyatür veya cild gibi işlerin arasında ebru yoktur ve ebru Ayşe'nin yazdığı gibi bir "zanaat" kabul edilmiştir! İncelik taşıyan işlerden sayılmaması bir yana, kaynaklar eski devirlerin ebru ustaları hakkında da pek bilgi vermezler. En meşhur ebruculardan olan ve kendine mahsus bir model yaratan Hatib'in hayatı hakkında bile elimizde ayrıntılı malûmat yoktur. Ebruculuğun büyük isimlerinden Edhem Efendi de şöhretini ebrularına değil şeyhliğine ve icad ettiği âletlere borçludur. Zamanın hükümdarlarının sanatçılara yaptıkları ödemelerin kaydedildiği "in'âmat defterleri"nde, tek bir ebrucunun ismine rastlayamazsınız.

KAPLAMA KÂĞIDI GİBİ
Ebru, bugün klasik olan sanatların günlük işlerden sayıldığı devirlerde kitapların dış ve iç kapakları ile hat eserlerinin etraflarını kaplamaya yarardı, hepsi bu! Parası olanlar hattatın eserini müzehhibe verip etrafına tezhib yaptırır, orta halliler ise ebrulatmakla yetinirlerdi. Elyazması kitaplarda da vaziyet aynı idi. Zenginler yüklü bir meblâğ ödeyerek kitaba deriden nefis bir cild ısmarlar, hattâ cildi bezetir, bütçesi mütevazi olanlar ise kapağın içini ve dışını ebru ile kaplatırlardı ve mesele hallolurdu.
Ama, bu işin bir istisnası vardı: Eskiler, elyazması Kur'anlar'ın kapaklarını ebrulatmaktan çekinirlerdi. Sebep, ebrunun yapımında kullanılan "öd"ün bazı din âlimlerine göre "temiz" olmaması idi!
Eski dönem Kur'anları'nın dış kapakları işte bu yüzden genellikle deridir, iç kapaklar ise deri şayet işlenmemişse, normal kâğıtla kaplanmıştır.
Ebru, yeniden canlanmasını hem hat gibi bir "san'at"ın, hem de bir "zanaat" olan ebrunun yanısıra okçuluğun ve gül yetiştiriciliğinin 1976'da vefat eden büyük üstâdı Necmeddin Okyay'a borçludur. Onun izinden gidenler, başta rahmetli Mustafa Düzgünman olmak üzere, asırlar boyunca cildcilere kaplama malzemesi olmaktan öteye geçememiş olan ebruda yeni arayışlara giriştiler. Ama, 12 Eylül sonrasında klasik sanatlarımıza ârız olan mistik yaklaşımdan ebru da nasibini aldı, bir çeşit ilâhî kisveye büründürüldü ve bol bol yapılıp duvarlara asılır oldu. Klasik ebrudaki oturmuş renklerin yerini ise cart yeşiller, iç bayan penbeler ve basit çizimler aldı, o da başka...

YILLARCA İTHAL ETTİK
Ebrucularımız, Ayşe Karasu'ya gönderdikleri mesajlarda "Sen bu işten ne anlarsın?" demekle kalmamış, "Ebru millî sanatımızdır, Türkiye'den başka hiçbir yerde yapılmaz" gibisinden sözler de etmişler...
Böyle suçlamalarda bulunanlar Japonya'dan başlayıp doğuya doğru uzanan ufak bir araştırma yapma zahmetine katlansalar, ebruyu sadece Japonlar'ın değil Çinliler'in ve İranlılar'ın da bin küsur seneden buyana kullandıklarını, "ebrû" kelimesinin aslı olan "ebrî" sözünü bile Farsça'dan almış olduğumuzu farkederler. Hattâ, bu işin Avrupa'da asırlardır yapıldığını ve Osmanlı döneminde matbu kitaplar için İtalya'dan onbinlerce baskı ebru ithal ettiğimizi de görürler.
Artık neredeyse "ilâhî" bir kimlik taşıdığına inanılacak hâle gelen ebrular şimdi duvarlara asılıyor ama unutmayalım: Çok değil, bundan 100-150 sene öncesine kadar duvarlara değil ebru, hat bile asılmaz; hattatların birbirinden nefis eserleri arada bir seyredilmek üzere büyük deri dosyalar içinde ve dolaplarda muhafaza edilirdi.
Ebru güzeldir, şıktır ve zariftir, fakat "san'at eseri" değil, "zanaat mahsulü"dür; hat levhalarının ve klasik cildlerin gerekli bir malzemesidir, o kadar.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp