Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

18/03/2011

Depremci ve tarihçi

1999'un 17 Ağustos'unda yaşadığımız felâketi, maalesef bizde yahut başka bir memlekette büyük bir deprem meydana geldiği zaman hatırlıyoruz.
Bu işin ciddî uzmanlarına, meselâ Prof. Celâl Şengör'e soracak olursanız, İstanbul'u eskisinden de büyük bir tehlike bekliyor. Şengör, gereken tedbirler hâla alınmadığı için şehrin mahvolacağını ve depremin onbinlerce kişinin canını alacağını söylüyor.
Dikkat ederseniz, Türkiye'de deprem konusundaki araştırmaların sadece deprem uzmanları tarafından yapıldığını ama deprem geçmişimizle ilgili geniş çaplı incelemelerin henüz ortaya konmadığını görürsünüz.
Bu konuda yapılması gereken çalışmalar, deprem uzmanları ile tarihçilerin birara-ya gelmelerini gerektiren araştırmalardır. Depremci, fayların yerlerini ve geçmişteki hareketlerini ortaya koyar; tarihçi de daha önceden meydana gelmiş olan depremlerin ne gibi zararlar verdiğini belirler.
Bu işin yeri, arşivdir ve arşivlerimiz depremlerle ilgili olarak dünya kadar bilgi ve belge ile doludur. Kaynakların başında kronikler, yani o devirde yazılmış olan tarih kitapları gelir. Yaşanan depremleri günlerine, saatlerine hattâ sebep oldukları yıkımlara kadar anlatan bu eserlerde verilen bilgiler o zamanın diğer kayıtları ile karşılaştırıldığında, sarsıntının etki alanı ve verdiği zarar, ayrıntılarıyla önümüzdedir.

SİCİLLERDEKİ AYRINTILAR
Deprem konusunda kullanılması gereken arşiv belgelerinin başında, "kadı sicilleri" yani eski mahkeme kayıtları gelir. Hemen her depremden sonra yapılan zarar tesbitlerinin neticeleri kadı sicillerinde kayıtlıdır. Sicillerde sadece zarar raporları değil, deprem sonrasında yaşanan anlaşmazlıkların ve karşılıklı açılan dâvâların ayrıntılı kayıtları da yeralır. Meselâ, o devirde bir mahallede yanyana yükselen ahşap binalarda meydana gelen hasarın giderilmesi konusunda komşuları ile anlaşmazlığa düşüp kadı efendinin huzuruna çıkan bina sahiplerinin beyanları depremin şiddeti ve fay hattının istikameti hakkında ilk elden doğru bilgilerdir.
Geçmişteki depremlerin tarihî yarımadaya verdiği zararlar konusunda, Topkapı Sarayı Arşivi'nde bulunan masraf defterleri de birinci derecede kaynaktır. Bu defterlerde, Marmara'yı vuran bir sarsıntının önüne çıkan ilk mekânların, yani Topkapı Sarayı'nın ve Sûr-ı Sultanî'nin uğradığı zararı ayrıntılarıyla görürsünüz. Masraf defterlerinde İstanbul'un yaşadığı son iki büyük depremin, 1509 ve 1766 felâketlerinin sarayda yaptığı tahribat oda oda, çevreye verdiği hasar da karış karış kayıtlıdır. Marmara'da bir tsunaminin meydana gelip gelmeyeceği sorularının cevabı ise, Bizans zamanından kalma kroniklerde zaten yazılıdır: 18 Ekim 1343 günü sabahın erken saatlerinde ardarda meydana gelen iki sarsıntının ardından denizin yükseldiğini, dev dalgaların Boğaz'ın iç kısımlarına kadar ilerlediğini ve suların çekilmesinden sonra her yerin çamur tabakasıyla ve ölü balıklarla kaplı olduğunu anlatırlar.

BAŞLANDI, SONU GELMEDİ
1999 felâketinden sonra tarihçilerle depremcilerin İstanbul'un zelzele geçmişi konusunda ortak bir çalışmaya gitmeleri gerekirdi, hattâ bunun içi bazı girişimler de oldu ama devamı gelmedi, böyle bir çalışma maalesef hayata geçirilemedi.
Sismoloji ve deprem tarihimiz konusunda şimdiye kadar bu şekilde yapılmış tek bir çalışma var: Caroline Finkel ile Nicolas Ambraseys'in "The Seismicity of Turkey and Adjacent Areas: A Historical Review, 1500-1800" isimli müşterek eserleri... Finkel ve Ambraseys, kroniklerdeki deprem kayıtlarını gayet iyi taramış ve arşivde de geniş bir çalışma yapmışlardır ama kadı sicillerini, yani mahkeme kayıtlarını elden geçirmedikleri için İstanbul'daki sivil yapıların tarih boyunca uğradıkları zarar, hâlâ araştırılmayı bekleyen bâkir bir konudur.
Tarihçiler ve depremciler bu müşterek araştırmanın bir türlü yapılamamış olmasından şikâyet ediyorlar ama faaliyet bir türlü başlamıyor.
Acaba nedendir?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp