Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

16/03/2011

Emine'nin kitabı

EMİNE Uşaklıgil'in dün başladığım "Benim Cumhuriyet'im" isimli kitabını biraz önce, keyifle bitirdim.
Dedelerinden biri eserleri hâlâ revaçta olan, dizisi bile bu kadar sene sonra izlenme rekorları kıran "Aşk-ı Memnu"nun yazarı ve Osmanlı Sarayı'nın son başkâtiplerinden Halid Ziya Uşaklıgil olan Emine'nin öbür dedesi, Cumhuriyet Gazetesi'nin kurucusu Yunus Nadi'dir.
Böylesine devamlı yazmış bir ailenin mensubu olan hanımefendinin kendisi de bir zamanların "principessa"sı, yani prensesidir. Bir ara Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile Sultan Vahideddin'in soyundan gelen Prens Ahmed İbrahim ile evlenmiş, dünya güzeli Hanzade Sultan'ın gelini "Prenses Emine" olmuştur ve bu yüzden benim ve birçok dostum için hâlâ "güzel principessa", yani "güzel prenses"tir.
Emine Uşaklıgil önsözünde, "Bu kitap benim anılarım değildir, Halid Ziya'nın ve Yunus Nadi'nin yaşamöyküsü değildir, Cumhuriyet Gazetesi'nin öyküsü değildir, şu da değildir, bu da değildir... " diyor. Nihayet, kitabın "Cumhuriyet Gazetesi'ni anlayabilmek için geçmişe dönük bir yolculuk olduğunu" söylüyor ve okuyucuyu birkaç nesil boyunca devam etmiş harikulade bir yolculuğa çıkartıyor.

DAYAK YİYEN DAMAT
Sayfaları çevirdikçe, Cumhuriyet Gazetesi'nde senelerce yaşanan ama sadece söylentiler sınırında kalan ve sebepleriyle ayrıntıları tam olarak bir türlü öğrenilemeyen didişmelerin, mücadelelerin ve güç kavgalarının aslını öğreniyorsunuz. Emine Uşaklıgil, "Nadi ailesi" olarak bilinen Abalıoğulları'nda yaşanan çekişmeleri ve çekişmelerin gazeteye verdiği zararları ayrıntılarıyla ama son derece esprili bir üslûpla naklediyor.
Meselâ, gelinlerden birinin kendisine "kaltak" diyen damadın kafasına elindeki çantayı geçirmesini ayrıntılarıyla ve gayet neş'eli şekilde anlatıyor. Aile toplantısında, "Gazetede postal kokusu istemiyorum!" diye bağıran vârisleri ve kuzenlerin birbirlerinin ayaklarını kaydırma çabalarını hiçbirşeyi saklamadan yazıyor. Bir damadın kendisinden nefret eden kayınvalidesinin vefatının ardından kadıncağızın çoraplarından eşarplarına kadar bütün eşyalarını haraç-mezat sattırmasını naklediyor. Hissedarları sadece kadınlardan ibaret olan bir şirkette yaşanan zorlukları, erkek yokluğunun getirdiği sıkıntıları anlatıyor.

MÜESSESE OLAMAYINCA...
Ve en önemlisi, Emine Uşaklıgil'i okurken, Türkiye'nin en eski ve en güçlü gazetelerinden biri olmasına rağmen bir türlü sakinleşemeyen Cumhuriyet'te senelerce devam eden karışıklıkların sebebinin sıradan bir aile şirketi gibi idare edilmesi ve müessese hâlini alamaması olduğunu farkediyorsunuz. Düşünün: Emine Uşaklıgil'e Cumhuriyet'in müessese müdürlüğüne getirildiğini tebliğ eden dayısı Nadir Nadi, tebligatı "Artık müessese müdürüsün ama asıl görevin tuvaletleri temiz tutmaktır" diyerek yapıyor!
Emine Uşaklıgil, bir zamanlar hissedarlarından olduğu Cumhuriyet'in kapalı kapılar ardında yaşanan çekişmelerden kaynaklanan hüzünlü macerasını açıkça yazmakla basın tarihimize çok büyük bir katkıda bulunmuştur. Kitabı, vârisler arasında yaşanan herşeyi ortaya koymasının yanısıra, bu anlaşmazlıklardan beslenerek koskoca bir müessesenin tek hâkimi olanların kimliklerini, kişiliklerini ve uyguladıkları taktikleri ortaya koyması bakımından daha da önemlidir.
"Benim Cumhuriyet'im"in bana en fazla zevk veren ve eğlendiren tarafı, Emine Uşaklıgil'i kitabı yazarken hayal etmem oldu. Senelerce tarihlerin, hatıraların, belgelerin, kroniklerin ve sararmış mektupların arasına gömülmüş güzel bir principessa düşünün! Yazarken epey sıkıldığına ama eseri ortaya çıktığı vakit çok zamandır söylemek istediklerini artık rahatça ifade edebildiği için bir hayli hafiflediğine eminim.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp