Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

15/09/2010

‘Ceberrut’ tepkisi

ESKİ devrin siyasî terminolojisinde, aslı “ceberût” olan ve zamanla “ceberrut” şeklini alan bir kavram vardır ve “Allah’ın azameti, kudreti, kibiri ve celâli” demektir.
Ceberrut sözü, güç ve kudret karşılığı olarak sadece Allah’tan bahsedilirken kullanılır. İnsanlar yahut müesseseler için kullanıldığında ise mânâsı tamamen değişir, muhatabı kötülemeye yarayan bir sıfat olur ve “baskıcı”, “güç kullanan”, “despot”, hattâ “zorba” mânâsını verir.
Siyasî terminolojideki “ceberrut” sözü, İslâm tarihinde muhalif kesim tarafından devleti eleştirip suçlamak için kullanılmıştır. Devlet, kendi ifadesi ile azamet sahibidir, büyüktür, güçlüdür, hattâ yücedir ama muhaliflerine göre ceberruttur, zira baskı yapmaktadır ve fikrini teb‘aya güç kullanarak, dayatarak ve zorla kabul ettirmeye çalışır.
Türkiye’de devlet ile bir kısım vatandaş arasında Cumhuriyet’in ilk senelerinden, hattâ tâââ Osmanlı’dan, Tanzimat öncesinden buyana bir çatışma vardı. Devlet, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı bazen yumuşak, bazen sert davrandı, arada bir gereğinden fazla şiddet tatbik etti; kimi zaman da muhaliflerini yok farzedip elinin tersi ile itti.

14 MAYIS’TAN FARKSIZ
Karşı tarafın bütün bunlara ilk mukabelesi, devleti “ceberrutlukla” suçlamak oldu. Devlet ile aynı şekilde düşünmeyenler müesses nizama, yani kurulu düzene karşı çıkan herşeyi desteklediler ama bu çekişmeden şimdiye kadar hep devlet galip çıktı.
Kimi zaman kapalı, kimi zaman da apaçık cereyan eden bu mücadelenin örnekleri Cumhuriyet Türkiyesi’nde gayet belirgindir. Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde ezici bir şekilde iktidara gelmesinde, tek parti yıllarının “ceberrutî” görülmesinin etkisi büyüktür, hattâ Demokratlar’ın zaferinde İstiklâl Mahkemeleri’nin verdiği hükümlerin yarattığı tepkinin bile rolü vardır. Bu mahkemelerin gerekli, kararlarının da doğru olup olmadıkları apayrı bir konudur ama, hükümler etrafında yoğunlaşan söylentiler mahkemelerin tarihe intikal etmesinin üzerinden neredeyse çeyrek asır geçmesinden sonra bile tek parti iktidarının yenilgisinde rol oynamıştır.
1960 darbesinden sonra Demokrat Parti’nin devamı olduğunu açıkça söyleyen siyasî partilerin yıllarca iktidarda kalmalarının sebebi de budur: Dikte edilen düşünceye tepki... 12 Eylül sonrasında Turgut Sunalp’in MDP’si kastedilerek seçmene açıkça verilen “Bu partiyi seçeceksiniz” talimatına rağmen Turgut Özal’ın galip çıkması da aynı tepkinin neticesidir.

GÖZARDI EDİLENLER
12 Eylül referandumu ile ilgili olarak iki günden buyana yapılan dünya kadar yorumda gözardı edilen en önemli husus, işte bu tepki ve ceberrutîlik düşüncesidir. “Evet” ve “Hayır” oylarında liderlerin ve partilerin etkileri mutlaka büyük olmuştur ama oyların yüzde 58’e yakın kısmının “Evet” çıkması, devletle halkın bir kesimi arasında senelerdir devam eden çekişmenin tabiî neticesidir. Alınan sonuçta, 12 Eylül’den ziyade basının büyük bölümünün belki de farkında olmadan gözardı ettiği 28 Şubat uygulamalarının özellikle meslek liseleri konusunda yarattığı mağduriyetin ve bunun devamı olarak 27 Nisan sonrasında yapılan seçimlerde ortaya çıkan inatlaşmanın etkisi büyüktür.
Türkiye değişiyor, hem de hızla değişiyor... Referandumun sonucu, hazır dikilip giydirilen bir elbisenin çeşitli sebeplerden dolayı artık bazı yerlerinde dikişlerin attığıdır. Bu elbisenin terzileri ise, Başbakan Erdoğan’ın referandum sonrasında yaptığı konuşmada kullandığı “vesayet rejimi tarihe karışacak” ifadesinde geçen bugünün ve geçmişin “vasîleri”dir.
Dolayısı ile yeni elbisenin modeli, yani değişimin ne şekilde olacağı konusunda endişeye hiç mahal yoktur; Türkiye’nin asırlar boyunca verdiği kararlar keramet gösterircesine hep akıl ve idrak çerçevesindedir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp