Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

14/04/2010

Kedi ve ciğer

HABERTÜRK TV’sinde yaptığımız Tarihin Arka Odası programı rağbet gördü, neredeyse hemen her bölümü ses getirdi, tarih merakının artmasını sağladı ve alanında ilk olunca da bol bol taklidimiz çıktı ya...

Tâââ asırlar öncesinden kalma millî geleneğimiz depreşti, meyveli ağaç misali her an taşlanıyoruz. Taşlamaya çabalarken, bir taraftan da göz koyduğu ciğere ulaşamayan kedi misâli, “mundaaar” gibisinden sözler ediyorlar...

Hem taş, hem de lâf atanların arasında kimler var kimler... Hayatları boyunca ortaya doğru dürüst bir eser koyamamış “mütekaid” tarih profesörleri mi, eser verdiklerini zanneden ama ne demek istedikleri “el ma’nâ fî batn-ı şâir” yani “mânâ, şairin karnında” misâli bir türlü anlaşılamayan akademisyenler mi, yoksa tepeden bakar tavırda etik ve de ideolojik ahkâm kesmeye meraklı hasudlar mı ararsınız, hepsi birarada!

Belki onlar gibi tepeden bakar bir tavır olacak ama söylemeden edemeyeceğim: Meslek hayatım boyunca bu gibi eleştirileri ciddiye alsa yahut dinlese idim, hiçbirşey yapamaz ve neticede, bu sözlerin sahibi esersiz zevâta benzerdim!

HANIMEFENDİ LÛTFETMİŞ!
Programı taşlayanlar kervanına, dün Radikal’den Nuray Mert de katıldı... Hanımefendi, üstelik “Anayasa gündeminin bu kadar yoğun olduğu bir dönemde yazısını bu konuya ayırdığını” söyledi, yani lûtfetti, bizleri tenkid buyurdu!

Neymiş efendim; Osmanlı zamanında bir okur yazar istatistiği yapılmadığı yolundaki sözlerim doğru imiş ama bu oranın hiç kestirilemeyeceğini iddia etmek akıl alır şey değilmiş. Bu oranın yüksek olma ihtimali yokmuş, Osmanlıca’nın halkın konuşma dili olduğu iddiası da akıl alır gibi değilmiş. Osmanlıca’nın imlası çok zor olduğu için o dönemde sadece “okur” olup, yazamayanlar dahi varmış; dahası, 19. yüzyılın sonunda ortalama okur yazarın yazılı metinleri kolayca anlamakta ne kadar zorlanacağını bilmek de zor değilmiş (Cümlelerdeki kelime tekrarları bana değil, Nuray Hanım’a aittir)!

Bu sütun böyle teknik konuların yeri olmadığı ve Nuray Hanım’ın Osmanlı dönemi ve Osmanlıca hakkında derinlemesine bir bilgisinin bulunmadığı da yazdıklarından anlaşıldığı için, meselenin ayrıntılarına girmiyorum. Sadece bazı temel gerçekleri ifade edeceğim:

BUYURSUN, O DA ÖĞRENSİN
Okur-yazarlık konusunda istatistik bir yana, tek bir kayıt bile mevcut olmadığı halde “Osmanlı’da okuma-yazma oranı düşüktü” demek ve hayâlî ihtimallere dayanarak kural koymaya kalkışmak üniversitede ders verenlerin asla düşmemeleri gereken bir hatadır. “Osmanlıca” dediğimiz dil, bildiğimiz Türkçe’dir ve Türkçe, Osmanlı Devleti’nin resmî dilidir. Uzak vilâyetlerdeki küçük yerleşim merkezlerinin dışında kalan yerlerde, Hindçe, Japonca, yahut Eskimoca falan değil, hep Türkçe konuşulmuştur. Balkanlar’dan Hazar sahillerine kadar uzanan sahada İstanbul Türkçesi’ni bilenlerin bugün hâlâ mevcut olması ve Türkçe’nin birçok yerde, meselâ Suriye’deki Ermeniler ile Yunanistan’daki Rumlar arasında da yaşamaya devam etmesi, aynı sebeptendir. Kütüphanelerde, Ermeni ve Rum harfleriyle basılmış ama dili Türkçe olan dünya kadar eser vardır. Osmanlıca’nın imlâsı zor falan değildir, sadece İngilizce yahut Fransızca gibi başka yazılır, başka okunur. Sadece okuyan ama yazamayanlar ise, bugün de mevcuttur!

Nuray Hanım 1930’ların siyasi konjonktürünü yansıtan bu gibi eski ifadeleri ve yine o zamanlardan kalma “Araba Sevdası” romanı örneğini bir anlığına unutup doğruları öğrenmek istediği takdirde programımıza buyursun, zevkle anlatırız.

Nuray Mert’in “Ormanda çiçek toplarken kaçırılan güzel bir prensesin, tarih sohbeti adı altında iki kişi tarafından gaddarca işkenceye maruz bırakılması” gibisinden ana kraliçe edâlı sözlerinin ise tek bir cevabı vardır; o da o “güzel prenses” hakkında hiç konuşmaması gereken tek kişinin Nuray Mert olduğudur!

mbardakci@htgazete.com.tr

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp