Top
Murat Bardakçı

Murat Bardakçı

mbardakci@htgazete.com.tr

01/03/2010

Sözlükle güreş tutulmaz

GEÇENLERDE bir arkadaşımın evindeydim. Yabancı okullardan birine giden oğlu odasında dersine çalışıyordu. Bir ara yanımıza geldi ve "explosion"ın ne demek olduğunu sordu.
"İnfilâk" dedim, anlamadı; "O dediğinin Türkçe'si nedir" diye sordu, bu defa "patlama" dedim, "Haa, tamam" deyip gitti.
Sonra yemeğe geçtiğimizde dayanamadım, "sözlük" diye birşeyin olduğunu ve bunu duyup duymadığını sordum. Cevabı "Odamda var ama bakıp zaman kaybetmek istemiyorum" oldu. Sayfalar arasında dolaşıp vakit harcamaktansa, bilenlere sormak daha kolay geliyormuş!
İşin aslı, faslı, özeti, vesairesi şudur: "Sözlük" kavramını millet olarak çoktan unuttuk. Gerçi okumayı da epey zamandır bıraktık ama, nadiren de olsa sayfalarını karıştırdığımız bir kitapta bilmediğimiz herhangi bir kelime çıkınca lügate bakmayı akıl etmiyor, "Anlaşılmıyor" diyerek kitabı bir yana bırakıyoruz.
Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir dilinde, okunan kitaplardaki bütün kelimelerin bilinmesi ve anlaşılması diye birşey yoktur. Bilinmeyen kelimeler mutlaka çıkar ve ne demek olduklarını öğrenmek için sözlüklere bakılır. Sözlüklerin vârolma sebebi de zaten budur.

KABİLE DİLİNE ÇEVİRDİK

Türkçe'nin kelime hazinesinin giderek azaldığının, konuşmayı takriben 200, yazmayı da neredeyse 300 kelime ile becerme başarısını gösterdiğimizin herhalde farkındasınızdır.
Dolayısıyla, bundan 40-50 sene önce yayınlanmış olan kitapların dilinin ağır olmasından şikâyet ediliyor, sözlük kullanmak bir zorluk ve eziyet addedildiğinden "Eski dille yazılmış kitapların bugünün Türkçe'sine tercüme edilmeleri gerektiği" gibisinden tuhaf sözler söyleniyor. "Tercüme edilmeleri" istenen yazarlar arasında Refik Halid, Reşad Nuri, Peyami Safa yahut Falih Rıfkı gibi isimler bile var!
Gençleri bir tarafa bırakın, orta yaşlılarımız bile Türkçe'yi en iyi şekilde kullanan, dilin zirvesi olan bu yazarları, meselâ bir Refik Halid'i anlamaz hâle gelmişler ise, ortada bir tuhaflık, tehlikeli bir garabet var demektir.
Ben klasik metinlerin, yani ağdalı Osmanlıca ile kaleme alınmış eserlerin bugünün diline nakledilmesine karşıyım, zira bu iş mümkün değildir, günümüzün kabile dili haline getirmeye muvaffak olduğumuz Türkçe'si, kelime kıtlığından dolayı bunun yapılmasına hiçbir şekilde imkân vermez. Bir ifadeyi birkaç kelime kullanarak anlatmak gerekir ama bunu yaparken metnin ruhu uçup gider, eski düzyazıların içerisinde vârolan kafiyeler yerlerini kakafoniye bırakırlar ve aynı sıkıntı, Cumhuriyet'in ilk dönem yazarlarının dilinin sadeleştirilmesinde de sözkonusudur.

AŞK, MUHABBET VE SEVDÂ

Herbirinin ayrı mânâsı, derinliği ve ruhu olan "aşk", "muhabbet" yahut "sevdâ" kavramlarını düşünün... Bu kelimelerden birinin geçtiği cümleleri, meselâ "Sana uzun müddettir derin bir muhabbet hissediyordum" ifadesini nasıl sadeleştireceksiniz? "Sana uzun zamandan buyana büyük bir sevgi duyuyordum" hâline getirdiğinizde, dikkat ettiğiniz takdirde "Bana şu tuzluğu uzatır mısın" gibisinden takır tukur, ruhsuz bir şekle büründüğünü görürsünüz.
Sözlük kullanmaya üşenenler için yapılması gereken, İngilizlerin ve Arapların klasik metinlerini ilk ve orta okul talebesine öğrettiklerinde kullandıkları usuldür: Metni olduğu gibi bırakmak, noktasına bile dokunmamak ama her sayfanın altına, o sayfada geçen eski kelimelerin karşılıklarını, hattâ mânânın tam olarak ifade edilmesini sağlamak maksadıyla bir ifade için birkaç kelime kullanarak izaha çalışmak.
Eskilerin "Sözlükle güreş tutulmaz" diye çok güzel bir sözleri vardı. Artık güreş tutmak ne demek, yere serilmeyi bile peşinen kabul etmiş haldeyiz!
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp