Top
Güntay Şimşek

Güntay Şimşek

gsimsek@htgazete.com.tr

01/07/2014

Çin’de yaptır Türk’e kaktır

Yıllarca elbirliğiyle yükselttiğimiz dış ticaret açığı, azalmaya devam ediyor. Üstelik henüz yeterli ve kalıcı önlemler alınmamasına rağmen de bu düşüş, önemli oranda dövizin yükselişi ve hükümetin iç tüketimi kısan tedbirleri sebebiyle gerçekleşiyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) mayıs verileri, dış açığın yüzde 28.7 oranında azalarak 7.1 milyar dolara indiğini gösteriyor. Ocak-mayıs döneminde açık ise yüzde 24.9 düşüşle 31.61 milyar dolar olmuş. Ama rakamlar halen daha ürkütücü noktada. Buyurun...
Türkiye’nin ihracatı mayısta geçen yılın aynı ayına göre yüzde 3.6 artarak 13 milyar 750 milyon dolar, ithalatı ise yüzde 10.3 azalmasına rağmen 20 milyar 859 milyon dolarda kalmış. Bu tabloya rağmen Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) çıkıp ne diyecek: “İhracatta rekor kırdık.” Halbuki bu şekilde millete yanlış bilgi vereceklerine, ihraç ürünlerin artışını sağlayacak, ithal ürünlerin de ülkeye sorumsuzca girişini önleyecek adımlar atsalardı, bugün tablo çok daha farklı olabilirdi. Hiçbir şey yapmayıp da ithalat tarafında, ihracattan daha fazla kırılan rekorların üzerini örtmeye kalkmasalardı, en azından buradaki rekorlara dikkat çekmiş olsalardı bile dış ticaret açığı bu seviyelere gelemezdi.
Türkiye’nin dış ticaretinde Almanya, ülke olarak en dengeli ve en faydalı konumda. İhracatımızda da, ithalatımızda da ilk sıraları paylaşıyor. Hadi Rusya, doğalgaz yüzünden ithalatta ilk sırada, ihracatta olması gereken yerde değil. Bir yere kadar anlaşılabilir. Ama Çin gibi bir ülke, Türkiye gibi üretim yapmak durumunda olan bir ülkenin ithalatında ilk sırada yer alıyorsa, düşünmek gerekir. Çin tablosu, içerideki üretim ve tüketim dengesini altüst ediyor. İstihdamı öldürüyor. KOBİ’lerin güçlü şirketlere dönüşmesinin ve ihracatın önünü kesiyor. TİM yetkilileri bunlara kafa yorarsa daha iyi olmaz mı?
Basit bir örnek: Girin bir alışveriş merkezine. Son dönemin Çin mallarıyla büyüyen çanak çömlekçilerinden Güral, Karaca, Esso gibi mağazalarda bir tur atın bakalım ürünlerin yüzde kaçı ithal, yüzde kaçı yerli. Ya da Çin malları, adam gibi denetim olmadığı için nasıl yerli malı diye Türk’e kaktırılıyor. Mesela Esso ve Karaca, kalitesi meçhul Çin malıyla büyüdü. Peki Güral, Çin ürünlerinin ne kadarını “Kütahya’da yapıyorum” diyerek satıyor. Denetimleri geçtik, azıcık feraset ve ciddiyet lütfen.

 

Fransızların da en güçlü rakibi THY

Türkiye’de çocukluğunu geçirmiş olan Air France-KLM Grubu CEO’su Alexandre de Juniac ile Manhattan’da dondurmalı, baklavalı başlayan sohbetimizi, Türkçe’sini test etmek için 10’a kadar sayı saydırarak tamamlıyorum. New York’ta Times Square’ın hemen yanı başında sergi salonunda asıl konumuza, Air France’ın yeni konsepti, “France is in the air - Havadaki Fransa” sloganıyla, uçak içinde her şeye Fransız dokunuşu yapmak üzere yola çıkış hikâyesine geçtiğimizde ise kendinden emin bir şekilde grubunu liderliği taşımak için çalıştığının, en önemli rakiplerinden birinin de Türk Hava Yolları (THY) olduğunun altını çizdi. CEO Juniac ile hem Paris-New York arasında konseptin hizmete giren ilk uçağı Boeing 777-200 ile seyahat ettim, hem de bu sergide yeni konsepti en yetkili kişiden, ondan dinledim:
“Yeni konseptimizle iddialıyız. Yolcularımıza Fransız dokunuşuyla huzurlu, rahat ve zarif bir atmosfer sunuyoruz. Tüm uçuşlarımızda Fransız dokunuşunu sunmak ve bunu yolculara hissettirmek amacındayız. Hedefimiz ise Air France-KLM Grubu’nu dünyanın ilk sıradaki devleri arasına sokmak ve bütün dünyada etkin bir grup olmak. Yeni ürün ve yeni servis anlayışıyla farklılık oluşturmayı amaçlıyoruz.”
Juniac’ın Türkiye pazarı hakkında düşünceleri ise şöyle: “Türkiye çok güçlü ve başarılı bir ülke. Ayrıca Türkiye’de çok güçlü bir de rakibimiz var. Ancak tüm Türkleri Air France-KLM deneyimini yaşamaya davet ediyor, Fransız dokunuşuyla ve Hollanda sıcakkanlılığıyla ağırlamak istiyoruz.”

 

Berat Albayrak’tan cesur tespitler!

Benim usanmadan örnekleriyle ortaya koymaya çalıştığım ekonomi tarafındaki bürokrasi sıkıntısını, dün Sabah’ta Berat Albayrak, “Korkaklık ve vesayetçilik pragmatizmi” başlığıyla cesurca ele almış. Böylesine bir ortamda Albayrak’ın bu tespitleri önemli. Çünkü memlekette, “at izi it izine karıştığı” için yapılan doğru tespitler, yerinde gözlemler, iyi bildiğimiz alanlarda ülkenin faydasına olacak eleştirilerin bir karşılığı olmuyor. Albayrak’tan birazcık alıntı yapayım da tespitlerini kaçıran bürokrasi cephesi de faydalansın:
“...Ortada bir gerçek var ki, o da Türkiye’de bu konu özellikle bürokrasi tarafından hâlâ hakkıyla anlaşılıp irdelenmedi. Özgün bir metodoloji ve cesur bir iradeyle yönetilmedi. Şu sıralar ekonominin dönüşüm süreci dostlar alışverişte görsün döngüsünde seyrediyor. Malum çok bilen bazı kesimler kendi bildiklerini okumaya devam ediyorlar. Siyasi irade sıkı bir duruşla kararlılığını sürdürüyor. Gelgelelim muhatapları ayrı telden çalıyor. Bunu söylerken ekonomi bürokrasisinin tüm kurumlarını kastediyoruz. Bugün yaşanan süreçten geri dönüş yoktur. Türkiye’nin tüm kurumları gibi bu kurumlar da dönüşmek zorundadır. Türkiye köprünün ortasındadır, ya köprüden karşıya geçecek ya da aşağı düşecektir. Başka bir seçeneği yoktur.”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp