Top
Gökhan şen

Gökhan şen

gsen@bloomberght.com

11/02/2020

Türkiye'nin yeni ekonomik düzeni - II

İlk yazıda buraya nasıl ve neden gelindiğini kısaca tartışmaya çalışmıştım. Dışarının tasarrufları ile fonlanan kredi ile dışarının mallarını tükettiğimiz ekonomik sistemden bahsettim. Küçük bir hatırlatma olarak o yazının sonundan alıntı;

(…) ‘Güven erozyonu kendini risk primi olarak bize gösterdi. Türkiye’nin bono kasko primi (CDS) 4 katına çıktı, enflasyon son 10 yıl ortalamasının 3 katına çıktı, piyasa faizleri 2’ye katladı. Sonuç olarak büyüme profili bozuldu, kamu kaynakları yavaşlamayı durdurmak için kullanılmak durumunda kaldı. Vergi gelirleri çakıldı. Şirketlerin toplam borçlulukları 2,5 katına yükseldi. İşsizlik arttı.’

***

Yüksek enflasyon, yüksek cari açık ve aşırı dalgalı & devamlı kan kaybeden TL’ye bir çözüm bulmak gerekiyordu.

Burada bir karar vermek gerekiyor. Bu karar uzun erimli bir bakışa sahip olabilirdi. Başka? Kısa vadede çözümler üretmeyi deneyebilirdi.

Bu arada, sanırım geçen yılki ortamı da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bankaların sağlığına ilişkin söylentiler, IMF beklentileri ve ne olduğunu söyleyenlerin de pek anlamadığı ‘bu borç çevrilemez’ korkusu içinde her gün yeni bir problemdi.

Birçok uluslar arası kuruluş da böylesi sert ekonomik daralma ve finansal stres zamanlarında reform yapmanın hemen hemen imkansız olduğunu kabul ediyor. Ancak uzun vadeli bir program açıklamak ya da adımlar atman elbette zamanı olmaz. Finansal mimari üstüne başka bir yazıda değineceğim için orayı sonraya bırakıyorum.

Ekonomi yönetimi sorunların çokluğunu görünce birkaç şeyi bir arada yapmaya çalıştı. Bunlardan biri şirketleri yaşatmaktı. Birçok sektör için çığ tehlikesi vardı. Türkiye’deki şirketlerin toplam borçlulukları son 10 yılda yaklaşık 2,5 katına çıktı. Bu borçların toplamının milli hasılamıza oranı %70’e dayandı. Böylece son 10 yılda bu nevi borcu en çok artıran Çin ile yarışır olduk.

Şirketlerin batışı ticaret hayatını bitirecekti ve zaten hızla artan işsizliği daha da kamçılayacaktı. Öncelik bunları yaşatmaya verildi. Şirketleri yaşatmanın kritik bileşeni banka bacağı. Bankalara hem bu yönde yoğun telkin yapıldı hem de bankacıların bunu yapabilmeleri için bolca düzenleme yapıldı. Zimmet, yeniden yapılandırma gibi konularda düzenlemeler çıktı. Bankaların rasyolarını yakışıklı gösterecek adımlar atıldı.

Bankaların hızla büyüyen sorunlu alacakları konusunda adımlar atıldı. Bu adımların bir bölümü tahsili gecikmiş alacakları zaman ayarlı yönetmek üstüneydi. Batıkların panik havasına dönüşmesi istenmedi. Bir bölümü ise ‘yüzdürülen’ şirketlere ‘kamu şefkati’ göstermek olarak adlandırılabilir. Böylece sağlığı bozuk olanların da yaşayıp güç toplamaları amaçlandı. Hiç değilse sağlıklı olanların etkilenmeyeceği bir ortam yaratılmaya çalışıldı.

Hazine ve Maliye Bakanlık politikaları ile TCMB politikaları eşgüdümlü hale getirildi. Böylece vergi ayarlamalarından enflasyon hedeflemesine kadar birçok araç enflasyonu düşürme işine adanmış oldu.

Kredi mekanizmasının hızlıca çalışması için çok sayıda faiz indirimi yapıldı. TCMB’nin bu hamlelerine kamu bankaları ilk tepkiyi verdiler. Siyasetin koordinasyonunda özellikle ihracat ve katma değerli üretim odaklı bir kredi politikası izlendi. Ne var ki faizler sert inince büyüme bireysel taraftan geldi.

İstihdam ve arz yönlü politikaların hemen tamamı üretim ve ihracata yönlendirilmeye çalışıldı. Yerli katma değeri yüksek ürünler üretenler için vergi teşvikleri verildi. Telefon ve otomobil gibi yüksek ithal oranı bulunan sektörlerin ya vergileri artırıldı ya da yardım çağrıları cari açık açılır endişesi ile karşılık bulmadı.

***

Buradan sonra olanlara bakalım.

2017’den sonra hızlıca soğumaya başlayan ekonomi ancak 2019’un yaz aylarında ve İstanbul seçimlerinin kesin olarak ilan edilmesi ile toparlanmaya başladı. Büyüme pozitif tarafa geçti.

Bu süreçte yaşanan dezenflasyon, kurdaki istikrar ve cari açığın fazlaya dönmesinin yeni ekonomik düzen sayesinde geldiğini söylemek ise yanlış olur. 2018 soğuması ve devamındaki sert iniş, peşi sıra gelen dengelenme aslında bakılırsa 2 şeye atfedilebilir:

* Küresel piyasalarda devamlı olarak gevşeyen finansal koşulları

* 2017 aşırı ısınmasının ardından gelen ekonomik soğuma

Yeni yılın ekonomik olarak en ilgi çekici tarafı bir sağlama yapacak olması. Yeni ekonomik düzen olarak tabir ettiğim, filmimizin bu sekansının sağlamasını yapacak. Yeni Ekonomik Program bize %1 civarı cari açık üretip, %5 enflasyon açığa çıkarak yıllık %5 büyüme vaat ediyor. Oysa ne Merkez Bankası ne de başka bir kurumun bu yeni yapı ile çalıştığını görüyoruz.

Bu sebeple, düşük enflasyon ve düşük cari açık üreten ancak nispeten güçlü büyüyen bir ekonomik sisteme terfi ettik mi önümüzdeki sene boyunca bunun sinyallerini alacağız. Buradaki anahtar kelime ‘sürdürülebilirlik’. Çünkü kısa bir süre bazı rakamları sağlamak mümkün olabilir. Bunları kalıcı hale getirmek ise başka bir iş.

Örneğin 2017’de %7 büyürken sonraki yıl %3’ün altına kaydık. Sonraki yıl ise uçurumdan döndük…

Her şeye rağmen artık kesin olan bir şey var. Türkiye’nin ekonomik düzeni değişmiştir. Düşük faiz ortamında döviz açık pozisyonu biriktirerek ve dünyanın kalanının mallarını yine onların fonları ile tüketen ülke artık yok. Olmasına imkan yok daha doğrusu. Kurun yarattığı belirsizlik ekonomik aktörleri doğal hedge etmeye / koruma almaya yöneltti. Şirketlerin borçlu yapısı ise onların gerçek fırsat görmeden yeni borçlanmaya gitmeyeceklerini bize söylüyor. Yatırımlar için bir sinyal bu. İstihdam için de öyle.

Düşük enflasyon, düşük cari açık, düşük tüketim, düşük büyüme, yüksek işsizlik dönemine girdik. Yeni düzenimiz böyle.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp