Top
Fatih Altaylı

Fatih Altaylı

faltayli@htgazete.com.tr

01/11/2017

Basın tribünü ne kadar cazip!

 

TÜRK medyasının en fazla tartışma yaratan meseleleri genelde Ertuğrul Özkök’ten çıkar.

Gerçi başlattığı tartışma en çok kendi başını belaya sokar ve kendisine yönelik eleştirileri artırmaya yarar ama bundan gocunduğu yoktur.

Mesele tartışma başlatmış olmaktır onun için.

Geçen hafta da “Spor yazarları tribününde kaç Boğaziçili veya kaç ODTÜ’lü var?” diye sorarak defterleri açtırdı.

Spor basınının kalitesini tartışmaya açmak istiyordu belli ki!

Anında Özkök’ü dağıtacak salvolar başladı.

Eski damadını spor yazarı, hatta spor müdürü yapmasından girdiler konuya.

Damat meselesi bir tarafa konunun önemi var ve sadece spor açısından değil, genel olarak meslek açısından var.

Ve bu konuda konuşmaya “hakkı olan” az sayıda kişiden biri olduğunu düşünüyorum. Siz “Niye?” demeden anlatayım.

Yıllar önce, yanlış hatırlamıyorsam 1986 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde çalıştığım dönemde, gazeteye bir ilan verdim.

“Spor yazarı olmak isteyen üniversiteli gençler aranıyor.”

Pek çok genç başvurdu.

Büyük bölümü Boğaziçili, hemen hemen tamamı iyi liselerden mezun bir grup genci işe aldım.

Cumhuriyet’ten ayrılırken de bu gençlerle beraber ayrıldım. Ve Gelişim Spor Dergisi’ni de bu gençlerle kurduk.

Kim miydi o Boğaziçili gençler.

Emrah Kayalıoğlu, Mert Aydın, Sotiri Konomi, Altan Tanrıkulu.

Yıllar önce Türkiye’nin en büyük medyalarını satın alan Asil Nadir’le de bir konuşmamız olmuştu.

“Patron buraya iyi eğitimli ve ufku açık insanlar almalıyız. İleride bir şirkete CEO olacak, genel müdür olacak kapasitede gençleri bu mesleğe kazandırmazsak gazeteciliğin geleceği olmaz” demiştim.

Bunun tek yolunun da o gençlere “iyi maaş, iyi bir sosyal ortam” sağlamak olduğunu ekleyerek.

Bence Ertuğrul Özkök şu sorunun yanıtını aramalıydı:

“Biz bu gençlere ne verebildik? Gazetede gelir adaletini ne kadar sağlayabildik? İyi eğitimli gençlerin gazeteciliğe yönelmesini ne kadar sağlayabildik?”

Bu sorunun yanıtı sadece spor yazarları tribününde değil, medyanın diğer tribünlerinde de durumu açıklayacaktır.

Üstelik Boğaziçi veya ODTÜ ya da diğer “havalı” üniversitelerden mezun olmayıp son derece kaliteli işler yapan yüzlerce gazeteci de var.

Bunlar bizim gözbebeklerimiz.

Mesele şudur ki, biz medya yöneticileri olarak birlikte çalıştığımız arkadaşların mesleki gelişimlerine ve mutluluklarına ne kadar katkı sağladık.

Bu sorunun yanıtı birkaç üniversite ismi saymaktan çok daha çetrefilli bir yanıt gerektirir!

**************

ATATÜRK’LE AŞK EVLİLİĞİ 

ATATÜRK sevgisi ve onun ilkelerinin doğruluğunun giderek daha iyi ve daha doğru anlaşılmaya başlandığı konusunda geniş bir kesim hemfikir.

Geçen zaman, o zaman sürecinde yaşananlar da Atatürk’e iyi geliyor. Daha objektif değerlendirmeler mümkün olmaya başlıyor.

Yaptıklarının önemi ve değeri daha iyi anlaşılıyor.

Atatürk bir tablo gibi çizmiş Türkiye’yi ve Türkiye’nin geleceğini.

Tabloyu doğru görmek için bazen biraz uzaktan bakmak gerekir ya, zaman da Atatürk’ün çizdiği Türkiye tablosu için aynı etkiyi yapıyor.

Detaylarda boğulmadan, bazı fırça darbelerinin biraz kaymasına, bazı yerlerde boyanın biraz taşmasına bakmadan, tablonun kompozisyonunun ne kadar mükemmel olduğunu anlıyorsunuz.

Ve bunlar kadar önemli bir etken daha var.

Atatürk artık “devletin resmi ideolojisi” değil.

Dayatılmıyor, zorlamalarla sevdirilmeye çalışılmıyor.

Atatürk sevgisi, basit bir benzetmeyle aile zorlamasıyla yapılan bir evlilik olmaktan çıkıp bir aşka dönüşüyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp