Top
Ece Saruhan

Ece Saruhan

esaruhan@cyh.com.tr

26/05/2016

Yoğun bakım ünitesinde 60 dakika

 

YER Yeldeğirmeni Sanat Merkezi... 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nin en çok merak ettiğim yerli yapımlarından biri olan ‘Ân’ı izlemek üzere 50 kişi bekliyoruz kapıda. Konsepti, kurgu metni ve rejisi Özen Yula’nın imzasını taşıyan oyun için, Türkiye’de bir ilke imza atılarak bir yoğun bakım ünitesi kurulmuş sanat merkezinin içinde. Merdivenlerden inip o üniteye doğru yol alıyoruz. Önce yoğun bakım ünitesinin görevlileri tarafından önlükler tutuşturuluyor elimize, “İçeriye girerken bunları giymelisiniz” diye. Oyunun hazırlık sürecinde konuştuğumuzda bana, “Ân, bir hastanenin yoğun bakım ünitesindeki hastaların, hastane personelinin ve hasta yakınlarının hayatlarına hakikatle harmanlanmış 60 dakikalık bir tanıklık” diyen Özen Yula uyarıyor bizi: “İçeride göreceklerini kaldıramayan olursa geldiğimiz yolu izleyerek dışarı çıkabilir.”

SEYİRCİ DE ‘ÂN’IN İÇİNDE AKIYORVe yoğun bakım ünitesine giriyoruz. Öyle oturduğumuz yerden tanıklık etmiyoruz yaşananlara, bize ayrılan koltuklar, sandalyeler yok, ayaktayız... Oyun boyunca bir an olsun gerçekten hasta bakıcı, hemşire ya da doktor olduklarından şüphe etmediğim oyuncular dolanıyorlar aramızda. Biz de onlarla birlikte yoğun bakım ünitesinin her köşesini dolaşıyoruz. Bazen yataklardaki hastalara odaklanarak, bazen aramızdan geçen sedyelere yol açarak, bazen hasta yakınlarının ya da hastane çalışanlarının o ünitede yaşananların gerçekliğinin yanında anlamsız kalan ama dışarıda olsak bizi de sarsacak olan dertlerine kulak kabartarak... Gerçek serumlar bağlanmış hastalardan gözümüzün önünde kan alınıyor, altları temizleniyor, kapıda ambulans bekliyor, giderek keskinleşen hastane kokusu, hepsi gerçek olan makinelerden gelen ve bir noktadan sonra tüm beynimi ele geçiren o ses... Tam da Özen’in dediği gibi hakikatle harmanlanmış bir tanıklık hali...

BİR YOKMUŞUN KIYISINDA BİR DENEYİM Ve tabii yaşananların gözümüzde canlandırdıkları, andırdıkları... Misal ölen hastanın çenesi bağlanırken, içimden “Ah anneannem” diye inliyorum ben. Ağlamamak için kendimi sıkarken, seyirci niyetine geldikleri ‘Ân’ın bir parçası olmayı deneyimleyen insanlara kayıyor gözüm. Yanındakine sarılan da var, “Bu gerçekliği ayakta daha fazla kaldıramam” dercesine bir köşeye kıvrılan da, yüzüne acı oturan da... Genelde sadece dilimizin söylediğini, her şeyin başının sağlık olduğunu hatırlıyoruz hep birlikte. Tüm bu yaşananların bizim ya da yakınlarımızın başına gelmesinin an meselesi olduğu gerçeğine ayıyoruz... Anlattığı seyirciyi uyandıran masallarla bendeki yeri çok özel olan Özen Yula, ‘Ân’la, hayatın ‘bir varmış bir yokmuş’tan ibaret bir masal olduğunu hatırlatıyor bize. Dağılmış şekilde çıkıyoruz oyundan. Ben kendi kendime gülerken Damla (Sönmez) geliyor yanıma, “Niye gülüyorsun böyle?” diye. “O kadar sıktım ki kendimi ağlamamak için, işte netice!’ diyorum. “Ben de bir yerden sonra kendimi yabancılaştırmaya çalıştım” diyor. Sevinç (Erbulak) ilişiyor gözüme. Bir köşede oturmuş, uzaklara dalmış sessizce. Sonra Beyti (Engin) yaklaşıyor Özen Yula’nın yanına, her oyundan sonra kurulan “Geçmiş olsun” cümlesi bu kez tam yerini buluyor, “Hepimize geçmiş olsun” diyor.

ANI KANA, KİNE, KİRE BULAMAK NİYE? Eve dönüş yolunda “Özen’in her oyununda umut vardır, bu kez neye tutunacağım?” diye sayıklıyorum önce. Sonra ‘Bakarsın Bulutlar Gider’deki cümlesi geliyor aklıma: “İnsandan umudu kesme.” ‘Ân’daki hastalar, hasta yakınları, hastane çalışanları dilimiz, dinimiz, hayatımızın merkezine koyduğumuz şey, deneyimlerimiz farklı olsa bile; ölümün hepimiz için kaçınılmaz son olduğunu hatırlatıyor bize ve tabii yaşamın bir ödül olduğunu... O halde nefes aldığımız her anın tadını çıkarmak yerine birbirimizi yemekle, ayrıştırmakla, anı kana, kine, kire bulamakla uğraşmak niye? Özen gibi insandan umudumu kesmiyorum ben de, eminim ‘Ân’ı izleyenler bu soruları sordu kendilerine. Darısı hepimize...

 

‘Hastane standartlarını uyguladığımız bir çalışma’

ÖZEN Yula, “2008’de annemi kaybettiğimden beri yoğun bakımdaki günlerimizi oyunlaştırmak, insanlara sağlıklı olmalarının ne büyük mucize olduğunu anlatmak istiyordum. Bayağı pahalı bir proje olduğu için gereken ortamı sağlayamadık. 2014’te babamı kaybettiğimde yeniden pekişti bu düşünce. Yine olmadı. Derken 20. Uluslararası Tiyatro Festivali İKSV Direktörü Leman Yılmaz’la konuştum. Beraber Kadıköy Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Simten Hanım ve yardımcısı Yasemin Hanım’la konuştuk. Bizi KadıköyŞifa Sağlık Grubu’nun Pazarlama Direktörü Ayşen Hanım’la bir araya getirdiler. Çalışmalara başladık. Bu arada çalışmayı istediğim oyuncular ve ağırlıklı olarak yatan hastaları canlandırabilecek mim sanatçılarıyla yani Piyatro ekibiyle iletişime geçtim. Sadece bir oyuncu profesyonel yoğun bakım hemşiresi” diyor. KadıköyŞifa Sağlık Grubu’nun yoğun bakım ünitesindeki enstalasyonu tek tek bir araya getirmek suretiyle oluşturduğunu belirten Yula, ekliyor: “Bir biyomedikal uzmanı devamlı bizimleydi. Provalarda hastanenin yönetim ekibinden bir grup yetkili, başhemşireler hatta temizlik elemanı yanımızdaydı. Hastanenin yoğun bakım ünitesine gidip doktorlar, hemşireler ve hastabakıcılarla konuştuk. Onlara danışarak çalıştık. Hastane standartlarını uyguladığımız bir çalışma oldu.”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp