B.
Almanya'nın İsrail'e şartsız desteği, adeta Türkiye'nin Azerbaycan ile kurduğu içsel ilişkiyi andırıyor. Bu durumu, Almanya'nın Holokost ve antisemitik geçmişi sebebiyle takınmak zorunda olduğu bir tutum olarak yorumlayanlar çoğunlukta. Mümkün olsa Almanya'nın, bu bağlardan kurtulması halinde, daha özgür bir dil kullanabileceği anlamına gelen bu yorumun çok da doğru olmadığı kanaatindeyim. Elbette Almanya'ya karşı güçlü bir argümandır, kullanılabilir; lâkin hakikat bu noktanın çok ötesindedir.
Elbette Almanya'nın mevcut tutumunun ikinci Dünya Savaşı'yla doğrudan alakası vardır. Fakat bu kolektif suçluluk bilincinin çok ötesinde bir şeye evrilmiştir. Almanya, savaş sonrası, yeni bir benlik yeni bir karakter yaratmak hedefiyle çıkılan yolda İsrail'in merkeze alındığı bir kimlik inşasına soyundu. Yani, denilebilir ki, Türkiye – Azerbaycan münasebetinin çok ötesinde bir içselleştirme ile İsrail'i ve İsrail'in çıkarlarını kendisiyle eş görür bir zihin ortaya çıktı. Elbette tepemizde Demokles'in kılıcı gibi sallandırdıkları antisemitizm bahanesi aslolanın üzerindeki zırhtır. Bu zırh ile korunuyor, İsrail'i koruyor, bu zırh ile kendi kimliğinin bir başka şeye dönüşmesine de mani oluyor.
Elbette Yahudi bilim adamları, sanatçılar, düşünürler; günümüz Avrupa kültürünün ortaya çıkışında önemli katkılar sağladılar. Bu yadsınamaz hakikat, Yahudilik ve Avrupa arasındaki bağları izah etmek bakımından bir anlam taşır; fakat günümüz Almanyası ile İsrail arasındaki ilişkileri anlamlandırmak açısından çok da büyük bir anlam taşımaz. Zira inşa edilen yeni kimlik, kendisini tarihsel olarak o kadar da geriye yaslamaz. Almanya, kalbi İsrail'de atan bir adam gibidir. Elbette bütün Almanların böyle bir dönüşme uğradıklarını iddia etmek zordur. Kendisinden bahisle, çok derin ve köklü bir kimlikten bahsettiğimiz Almanlık, yetmiş senede külliyen dönüşebilir değildir. Bu sebeple, inşa edilen yeni kimliğe karşı halen içsel itirazlarla karşılaşmak mümkündür. Velakin, özellikle Hıristiyanlığı Yahudi merkezli bir doktrin olarak okumaya eğilimli kitap Protestanlığı, kültürel iç içe geçmişliği vurgulayan Avrupalılık şuuru ve elbette kolektif suçluluk duygusunu yaygınlaştıran eğitim gibi âmiller neticesinde, Almanya kendisini İsrail ile bir görmektedir. Bu sebeple İsrail'in işaret parmağı kesilse, Almanya kendi işaret parmağını ağzına götürür, o sızıyı hisseder.
Böylesi bir zihni birleşiklik, bütünleşiklik içindeki Almanya'nın, her geçen gün ölçüsüzce artan sivil can kayıplarına karşı neden duyarsız olduğunu, Holokost'un getirdiği vicdani yük üzerinden tartışmak, dolayısıyla meseleyi vicdani bir zemine çekmek, sanki Almanya ve İsrail diye iki ayrı hissiyat varmış da birini diğerine karşı ikaz ediyormuşuz anlamına geleceği için manasızdır. Hem zaten mesele, vicdani bir zeminde yürüse, o uyarılmış vicdan burada da bir şeyler söyler hale gelir. Ve İsrail'in katlettiği bebeklerin görüntüleri, kolektif suçluluğu İsrail'e reflekte edecek ve bu vicdani yükün kısmen de olsa hafiflemesine sebebiyet verecektir. Velakin hadise bunun çok ötesindedir. Burada suçluluk duygusundan, vicdandan daha etkin bir kimlik var. Atan iki kalp yok, tek bir kalp var ve bu kalp Almanya'nın tesir edemediği bir kalp. Yeniden oluşturulan ve tarihsel köklerinden mümkün mertebe kopartılan Alman kimliği, sılasını İsrail'de buluyor. Sizin anlayacağınız "Deutschland Deutschland Über Alles" derken, parantez içinde gizli (İsrail) içten içe telkin ediliyor.