B.
Bu mülahham adamın karın ağrısı, batnındaki gazdandır. Çok yedi, çok karıştırdı midesini. Sindirme sürecinde; canı yanıyor.
Parazitler, tenyalar, dahili – harici asalaklar; bu adamcağızın midesinden bağırsağına kadar her yere mevzilenmiş. İyi bakteri, kötü bakteri karşılıklı mevkilerden birbirlerine hırlıyor. Netice, kimi zaman kabız, sık sık ishal, ala külli hal sağlıksız, sancılı ve tembel sindirim sisteminden muzdarip olma halidir.
Gaz var, ağrı yapıyor. Velakin bu adamın panik atağı var. Ne zaman gaz sancısı hissetse, sol kolu uyuşuyor, kalp krizi geçiriyorum sanıyor...
İstikbalde bir gün esas hüviyetini ve kim olduğunu öğrendiğimizde, nasıl olup da Ümit Özdağ gibi bir figürün Türkiye siyasetinde bu kadar nümayişe vesile olabildiğine hayret edeceğimize inanıyorum. O gün gelecek ve biz bu günün mazi sayılacağı o günden geriye dönüp bakınca hayretler içinde kalacağız.
Evet Türkiye, dahil olmak istediği gelişmişler ligindeki her ülkenin yaşadığı büyük bir toplumsal dönüşümü yaşıyor. Bana kalsa ben de rıza göstermez, çocukluğumun sosyal ilişkilerini ta be vakt-i mevt yaşamak isterdim. Velakin bana kalmadı, kimse bana sormadı. Aslında kimse kimseye sormadı. Dehrin bir hükmü vardı ve bu icra edildi. Ufkumuzda New York, yeni bir temellük kültürü, yeni sosyal ilişkiler, yeni yeni sınıfsal tabakalaşmalar çıkıyor karşımıza. İncil'de denildiği gibi "sondaki başta, baştaki sonda" olabiliyor. Ve en kötüsü, bu patchwork cemiyetin azaları, birbirlerini sürekli öz yurtlarından kovup duruyor. Parazitlerin, tenyaların yararlı organizmalarla sorunu var!
Tırtıl kelebeğe dönüşüyor. Kavga, gürültü, huzursuzluk büyük. Toplum bir yerden bir yere evriliyor. Ve ne yazık ki daha kişiliksiz, daha karaktersiz, daha az ayırt edici özelliği olan, yumuşak, vıcık vıcık bir insan tipi çıkıyor karşımıza. Eleğin altındakiler, elifi merteği bilmezler, kültür seviyeleri tahmin edilemeyecek derekede olanlar hep, o gaz üreten tenyalar gibi, mevzilendikleri yerden toplumun sindirim sistemine zarar veriyorlar.
Kesif bir ishal, bir tazyik hasıl oluyor derken. Duvarlar batıyor... Trabzon'da Kuveytli turist sokak ortasında darp ediliyor, El Arabiya bunu haber yapıyor, oradaki ortakları bunu köpürtüyor... İki delinin arasında kalmış gibiyiz. Tek ihtiyacımız olan aklı başında, salim bir vasatı var kılabilmek. Tüm zorluklara rağmen yapıyoruz. Kimimiz "getirin şu sudan biz de içelim" dedi. Ayıplamıyorum. Takat işidir, beceremediler.
Beni de çok üzen, bu meselede de Batı'yı yüz yıl geriden takip ediyor oluşumuz. Teknikte, terakkide, geriden takip etmek neyse de; ucuz, cahil, agresif ırkçıları üretmekte de aynı makus kader midir mukadder olan? Başkalarının tecrübelerini sıfırdan yaşamak kadar ahmakça şey var mıdır Allah aşkına? Köksüz, pagan, mitlere müptela, kimliksiz, kişiliksiz bir ırkçılık üretiliyor yurdumuzda. Bütün bunlar gaz birikmesinden. Hades vuku bulsa rahatlayacak bu adam. Gerçi abdesti kaçacak, bir iki vakit namaz da kaçıracak ama rahatlayacak.
Bu noktada çok önemli bir sorumluluğumuz var. Yabancılarla ilgili aklı başında be gerçek bir teklifi biz ortaya koyamazsak, davulcuların-zurnacıların tekliflerini tartışmaya devam edeceğiz. Romantik çözüm önerilerimiz bir süre günü kurtardı, artık toplumda bir karşılık bulmuyor. Bu sebeple, tırtıl kelebeğe dönerken en çok davulcunun, zurnacının sesi çıkıyor. Bu peşrev hepimize zarar verecek...
Bitirirken yaşı benden büyük solcu dostlarıma bir sual yönelteyim: bir zamanlar "faşo, kafatasçı, ırkçı" diye hakaret ettiğiniz ülkücü gençlerin ne kadar temiz çocuklar olduklarını bu nevzuhurlara bakınca anladınız ama itiraf edemiyorsunuz, değil mi?