Ermeni diasporasının örgütlü kampanyaları neticesinde uluslararası bir dijital platformun Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir diziyi yayından kaldırması çok tartışıldı. Her fırsatta Atatürk'ü siyasi malzeme olarak sahiplenen ünlüler güruhunun bu konuda nasıl suspus olduğunu fazlasıyla konuştuk. Ama burada başka önemli bir konu daha var ki o da Ermenilerin bile yapabildiği diaspora örgütlülüğünü Türklerin ne ölçüde yapıp yapamadığı. İşte o zaman Türk diasporasını tarihsel, toplumsal, siyasal bir çerçevede ele almak gerekiyor.
Dünya sisteminde yaşanan dönüşümler ve imparatorluklar çağının kapanmasıyla birlikte biz imparatorluğumuzu kaybettik; Anadolu ve Trakya'ya sıkışıp kaldık. Sadece toprak kaybı değil, bu süreçte ciddi bir ekonomik geri kalmışlık ve psikolojik özgüven kaybı da yaşadık.
Sonrasında büyük oranda ekonomik sebeplerle Türkiye'den dünyanın dört bir yanına göç eden çok fazla vatandaşımız oldu. Birçoğu Türkiye'de bile şehirde yaşamadan başta Almanya olmak üzere yurtdışına doğrudan göç etmiş ilk nesilden sonra aradan geçen uzun yıllar içerisinde Türk diasporası büyük bir sosyolojik dönüşüm geçirdi. Çoğunlukla işçi olarak gurbette çalışmaya başlamış yurtdışı Türkleri günümüzde bulundukları ülkelerde girişimci olup istihdam sağlamaya, beyaz yakalı işlerde, sivil toplum örgütlenmelerinde, sporda, sanatta ve akademyada kendilerini göstermeye çoktan başladılar. Üstelik bunu bulundukları ülkenin her türlü ayrımcılığına, kalıplaşmış ırkçılığa, Türk ve İslam düşmanlığına rağmen yaptılar. Bu dönüşümün büyüklüğünün altını çizmek gerekir. Şüphesiz ki Türk diasporasının bu dönüşümünde, güçlenmesinde ve etki alanını genişletmesinde 2010 yılında kurulan YTB'nin ve TİKA'nın muazzam katkıları olmuştur.
Türk diasporasının bu dönüşümüne paralel olarak aynı dönemde Türkiye de müthiş bir dönüşüm geçirdi. Türkiye geri kalmışlık girdabından çıkamamış ve Batı vesayetinin kabuğunu kıramamış bir ülkeden artık dünya siyasetinde aktörleşen, ekonomisini ve insan kaynağını fazlasıyla geliştiren bir ülkeye dönüştü.
Bütün bu gelişmelere hem dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan milyonlarca Türk vatandaşını hem de buna bağlı olarak imparatorluk geçmişimizden ve kadim tarihimizden miras kalan soydaş/kardeş halkların diasporalarını da eklediğimizde Türkiye'nin nasıl bir diaspora potansiyeline sahip olduğu ortaya çıkıyor.
İşte tam bu noktada şu soruyu sormak gerekiyor: Türkiye böyle bir yumuşak güç unsurunu ne kadar kullanabiliyor?
Kuşkusuz Türk diasporasının önünde bir takım yapısal sorunlar var. Bunlardan biri Ermeniler, Rumlar veya Yahudiler gibi diasporaların ev sahibi toplumlardan gördüğü destek ve sempatinin hiç bir zaman Türk diasporasına gösterilmemesi.
Tersine büyük engellemelerle, ayrımcılıklarla karşılaşılması. Mesela siyasete katılma hakkı için Türklere Batı'da sözde Ermeni Soykırımı'nı kabul etme şartı bile öne sürülebiliyor. Türkler bu şartı kabul etmek istemedikleri için de siyaset yapma hakkı önemli oranda PKK sempatizanlarına ve Türkiye karşıtlarına kalıyor. Tabii istenen de bu. Bu durum kültürel, entelektüel ve akademik hayat için de fark etmiyor. Türkiye'yi kötülemeyen, aşağılamayan akademisyenin de gazetecinin de sinemacının da önüne barajlar örülüyor. İşte tüm bu engellemelere rağmen Türk diasporası aşama kaydediyor, dönüşüyor.
Bir diğer önemli mesele de Türk diasporasının yıllar süren Batılı istihbarat faaliyetleri neticesinde belli oranda bölünmüş olması. Bunun için incelikle çalışıldı, paravan sivil toplum kuruluşlarına büyük fonlar ayrıldı ve önce diasporayı sonra da Türkiye'yi bölme amacıyla kullanıldı.
Tüm bu konular Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) ve Dünya Türk İş Konseyi'nin (DTİK) düzenlediği Dünya Türk İş Konseyi 10. Kurultayı'ndaki panellerde ele alınırken, artık dünyanın her yerinde pek çok Türk girişimcisinin diaspora içerisinden çıktığına da şahitlik edildi.
Demek ki artık o mağdur, mazlum "gurbetçi" algısının tam tersine özgüvenli, başarılı Türk diaspora mensuplarının varlığını daha çok konuşmak gerekiyor. Devam edeceğiz...