Top
Mustafa Kartoğlu

Mustafa Kartoğlu

mustafa.kartoglu@aksam.com.tr

16/11/2023

AB: Liderlik sorunu veya ilkelerin liderliği de kalmayınca

Avrupa Birliği'nin temellerini iki ülke attı diye bilinir: Fransa ve Almanya.

Esasen Avrupa'da 'birlik' düşüncesi 1700'lerin sonuna kadar gider. Gerçekleşmesi ise 2. Dünya Savaşı'nda işgalci faşizmin ABD-SSCB işbirliğiyle yenilmesi sonrasında oldu.

Birlik düşüncesi, Avrupa'nın yeniden inşa ihtiyacı, devletlerden birinin diğerinin aleyhine büyümesi, yeni bir savaş ve işgal tehlikesine karşı güvence olarak yeniden doğdu.

Bir başka tehlike de, komünist ideolojinin gücüyle Batı'ya ilerleyen SSCB'ydi...

ABD de, Marshall Planı ile ekonomik destek; NATO ile "Almanya'yı aşağıda, SSCB'yi de dışarıda" tutarak güvenlik sağladı, birliği kolaylaştırdı.

***

Birliğin kurucuları Fransa ve Almanya olsa da, temelinde herhangi bir ülkenin 'liderliği' yok.

Liderlik, birliğin dayandığı 'ilkeler/prensipler'de mündemiç/içkin.

Bu yüzden kararlar 'oybirliği' ile alınıyor.

Ancak bununla birlikte, bu ilkeler çerçevesinde kurucu iki üye, 'lokomotif ülkeler' olarak liderliği temsil etti.

Başlangıçta Fransa'nın ağır basan liderliği 2000'lerin başında dengelendi ve 'FransAlmanya' olarak adlandırıldı.

Ancak sonrasında Almanya, ekonomik ve siyasi olarak Fransa'nın önüne geçti.

İsimlendirmek gerekirse De Gaulle-Adenauer'le Fransa liderliğinde başladı; Mitterrand/Chirac-Schmidt/Kohl döneminde dengelendi; Sarkozy/Hollande-Merkel döneminde Almanya liderliğine döndü.

Merkel döneminde ABD'den bağımsızlığı, Rusya ile ilişkilerin özelleştirilmesini, Avrupa ordusu kurulmasını en çok Almanya istedi.

Bu, Almanya için bazı yeni riskler içeriyordu.

ABD'nin tepkisini çekmek ve Avrupa'da 'Almanya korkusu'nu uyandırmak stratejik bir hata olurdu.

Merkel'in itinayla kendini siyasi olarak Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un bir adım gerisinde konumlandırmasını bu yönüyle unutmamak gerekir.

***

2010'lardan itibaren ABD ve İngiltere'nin Rusya'ya yönelik gerginleşen tutumu AB'yi de Rusya karşısında ABD'nin yanına doğru itse de, AB uzun süre buna direndi.

Ancak, Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle AB yeniden ABD güdümüne girdi.

***

Bütün bunlar, Avrupa'da 'liderlik' anlamında 3 ciddi sonuç doğurdu:

- AB içinde ülke lokomotifliği, makamsal veya kişisel liderlik ortadan kalktı. Scholz Almanyası durdu, Macron Fransası boşluğu dolduramadı.

- Rol almaya çalışan AB'nin kurumsal liderleri de kendi arasında çatışmaya girdi. AB'nin 'cumhurbaşkanlığı konseyi' anlamında Avrupa Devlet ve Hükûmet Başkanları Konseyi'nin Başkanı Charles Michel ile yürütme organı Avrupa Komisyonu'nun Başkanı Ursula von der Leyen arasında Ankara'da ortaya çıkan 'makam çatışması' bunun göstergesiydi.

- 'AB değerleri'ne dayalı ilkelerin liderliği de ortadan kalktı. AB, kendi değerlerine dayalı politikalar uygulamak yerine ABD politikalarına ve ürettiği sonuçlara bağımlı hale geldi. Bunu en son İsrail'in Filistinlilere yönelik katliam ve zorla göç ettirme saldırılarındaki tutumunda gördük. AB, 'insan hakları, özgürlük ve demokratik değerler'e dayalı politikalarını terk etti.

***

Önceki hafta AB Türkiye Delegasyonu'nun davet ettiği bir grup Türk gazeteciyle birlikte, AB'nin başkenti olarak bilinen Brüksel'de, çok sayıda üst düzey Avrupa Parlamentosu ve AB yetkilileriyle bir araya geldik.

En çok duyduğumuz eleştiri, Türkiye'nin Gazze'de katliam yapan İsrail'e karşı Filistinlileri savunması, Gazze'deki Hamas yönetimine 'terörist' dememesi oldu.

Türkiye'nin, Gazze'deki askeri kanat İzzeddin el Kassam Tugayları'nın 7 Ekim'de İsrail'e saldırısı, siviller dahil bin 400 kişiyi öldürmesini 'reddeden' ve sivil can kayıplarını 'şiddetle kınayan' açıklaması tatmin etmemişti!

Bu saldırı sonrası İsrail'in Gazze'ye yönelik ağır askeri bombardımanı, hastane, okul, cami, kilise ve evleri, pazar yerlerini içindeki insanlarla birlikte vurması ve -o gün itibarıyla- çoğu kadın ve çocuk 10 bini aşkın sivili öldürmesine 'karşı çıkması' ise yanlıştı!

'İlkesel olarak' İsrail'in kendini savunma hakkını vurguladılar!

13 Kasım itibarıyla 40 günde 4 bin 630'u çocuk, 3 bin 130'u kadın toplam 11 bin 240 insanı öldürmek 'kendini savunmak' olmuş!

BM Genel Sekreteri Guterres'in, "Hamas durduk yere ortaya çıkmadı" sözü bile itibar görmüyor.

Türkiye, AB aday ülkesi ise AB gibi sorgusuz sualsiz İsrail'in yanında yer almalı!

***

Esasen AB, Türkiye'ye karşı tutumuyla 'ilkelerin liderliği'ni aşındırmıştı. 2004'te Türkiye ve KKTC'nin 'iki toplumlu devlet' çözümüne 'evet' demesine rağmen, bunu reddeden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni 'toprak bütünlüğü' olmadan AB üyeliğine alması tek başına bunun kanıtıydı.

Üzerine bir de "Onları tanımazsanız müzakereler de durur" kuralı getirerek, tüy diktiler!

Ardından "Yunanistan'ın sınırı AB sınırıdır" diyerek, Ege ve Akdeniz'de Türkiye ve Yunanistan arasında çözülmesi gereken konularda Yunanistan'ın 'sorgusuz' arkasında durdular!

***

Türkiye'de çoğu kişiye sorsanız, AB ile ilişkilerin 'demokratik standartlar' nedeniyle ilerlemediğini duyarsınız.

Bu 'kısmen' haklı görülebilir.

Ama AB yetkilileri 'sadece' bunu söylüyor.

Sorunların çoğunun, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı terör, darbe, uluslararası hukuktan doğan hakların ihlaliyle ilgili olduğuna, bu konuda Türkiye ile 'çözüm anlayışıyla ve eşit göz hizasında' bir diyalog kurup kurmadıklarına dair bir sorgulama yapmıyorlar.

İsrail sorunu konusunda da aynı şekilde davranıyorlar: Kassam saldırısıyla öldürülenleri konuşalım, İsrail saldırısıyla Gazze'de çoluk çocuk 10 binden fazla insanın katledilmesini değil!

***

O görüşmelerde edindiğim izlenim; "Hamas'ı terör örgütü ilan etmek" de 'yeni bir AB üyeliği şartı' haline getirilebilir.

Resmen olmasa da fiilen...

Neredeyse hep bir ağızdan "Hamas'ın terör örgütü kabul edilmesi gerektiğini" söylediler.

Bir AB yetkilisi, "Erdoğan'ın sözleri Brüksel'de kötü yansıyor. Türkiye'nin dış politikada her zaman bizimle aynı çizgide olmasını bekliyoruz" dedi.

Tamam...

Sanki AB'nin bir dış politikası varmış ve ABD çizgisine girmemiş gibi...

Bir başkası, "Türkiye'de Batı değerlerinden gözle görülür bir sapma olduğunu" söyledi.

Sanki Avrupa bu değerleri çiğneyip geçmemiş gibi...

***

Bir süredir "Türkiye'nin Batı ile aynı dili konuştuğuna" dikkat çekiyorum.

Dışişleri Bakanlığı'nın, Türkiye'yi eleştiren son AB raporuna verdiği cevap da bu bakımdan önemli: "Türkiye'nin Hamas-İsrail savaşına ilişkin tutumunu 'AB ile tamamen uyumsuz' olarak eleştiren değerlendirmeyi bir 'övgü' olarak değerlendiriyoruz. Tarihte yanlış yerde olan AB'ye, evrensel değerlere, uluslararası hukuka ve insani ilkelere dayalı politikaların sadece Ukrayna veya Avrupa'nın başka bir bölgesi için değil, tüm dünya için geçerli olması gerektiğini hatırlatma gereği duyuyoruz. Ortadoğu dahil."

***

Avrupa'da ne kişisel liderlik ne ülkelerin ne de ilkelerin/değerlerin liderliği kaldı...

Aslında ABD'nin eski başkanı ve muhtemelen yeniden başkan adayı Donald Trump'ın dediği oldu: Başta Amerika!

Dikkatinizi çekmiyor mu; kimse AB'yi herhangi bir şey yapmaya davet etmiyor, herkes ABD'nin ne diyeceğine, ne yapacağına bakıyor.

AB Konseyi Başkanı Michel ile Komisyon Başkanı Von der Leyen'in Ankara'daki 'koltuk krizi' Brüksel'de 'sofagate' olarak adlandırılıyor.

Gördük ki bu çatışma Brüksel'de hâlâ devam ediyor.

Gerçek patron ABD olunca, herkes kendi iktidar alanında patronluk taslıyor.

Vücut ihtiyaçlarına uygun sağlıklı beslenmez, dışarıdan 'mama' ile beslenirse zafiyet kaçınılmazdır. Önce kendi yağını eritir, sonra kaslarını yemeye başlar. Sonuç organ yetmezliğine gider...

AB, ABD mamasıyla doğdu, büyüdü, şişmanladı. Şimdi yağlarını eritti, kaslarını yemeye başladı. Organlar da alarm veriyor...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp