Top
Markar Esayan

Markar Esayan

markar.esayan@aksam.com.tr

23/04/2016

Türkiye’nin değil, AB’nin Türkiye’ye katılmaya ihtiyacı var...

Bir haftalık Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki mesaimiz bugün (cuma) sona eriyor. Verimli bir hafta olduğunu söyleyebilirim. Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu’nun genel kuruldaki konuşması oldukça etkili oldu. Bu durumdan rahatsız olanlar da tabii ki oldu. Komisyonlar ve genel kurulda bunu dile getirmeye çalıştılar; ancak zayıf kaldılar.

Suriye ve Ukrayna konusu gündemin başında olmasına ve birkaç karar taslağının kabul edilmesine rağmen, hâlâ bu konunun ciddiyetinin sadece Avrupa’ya dönük mülteci akınının yarattığı sıkıntı boyutunda algılandığı da ortada. Birçok parlamenter ama özellikle bu konuda bedel ödeyen ülkelerden gelen temsilciler olarak konunun vahametini anlatan konuşmalar yaptı. Bunların başında Türkiye delegasyonu geliyor. Tabii ki Ukraynalılar da başı çekiyor. Ancak bu konuşmalar bolca alkış almasına rağmen, ne Esed’i, ne de Putin’i zorlayacak bir tavra dönüştü. Bunun bir nedeni Avrupa Konseyi ve Birliği başat ülkelerinin sorunu sadece kendilerine dokunduğu ölçüde ciddiye alma bencillikleriyse, bir diğeri de kıtanın gittikçe siyasi, ekonomik ve nüfus anlamında tayin edici gücünü kaybediyor olması. Evet, tüm kurumlarıyla Avrupa bizlerin atfettiği güce artık sahip değil. Merkel’in birden meleğe dönüşmesinin bir nedeni de bu. Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan önce Konsey’de bir konuşma yapan Avrupa Komisyonu Başkanı Junker, benim de yıllardır yaptığım tespitleri tekrarladı. Olduğu gibi aktarıyorum: “Avrupa projesi çekiciliğini kaybediyor. Gittikçe daha az iş yapıyoruz. Bir mevzuatlar birliği haline geldik. Sorunları birlik değil, ulusal düzeyde ele alıyoruz. Bugün dünya nüfusunun yüzde on yedisini oluştururken, kısa süre sonra bu yüzde onlara gerileyecek. Avrupa nüfus ve ekonomik güç olarak gittikçe zayıflıyor. Bunları çözmeliyiz.” Tabii buna bir de ABD ile Avrupa Birliği’nin Transpasifik Ticaret Anlaşması’nın imzalanması sonrası oluşacak küresel tekeli eklediğinizde, Avrupa’nın pasifikte bir damla haline gelmesi ve gittikçe önemsizleşmesi, hatta TTIB’in AB’yi tamamen anlamsızlaştırması söz konusu. İşin garibi AB’nin bu projeye dâhil olmaktan başka bir şansı da bulunmuyor. Britanya’yı hiçbir zaman bir Avrupa ülkesi olarak düşünmeyin. Brexit de batan gemiyi terk ederek yükümlülükleri sırtından atmaya çalışan bir Anglo-sakson siyaseti. TTIB ve ABD ile küresel bir aktör olmak varken Britanya neden çöken bir sistemin yükünü çeksin ki! Türkiye ise TTIB’e girme ve üçüncü ülkelerle AB’nin yaptığı gümrük anlaşmalarına dahil olmayı mutlaka gündemin ilk meselesi haline getirmelidir. O zaman, Türkiye’nin AB ve diğer tüm Avrupa kurumları ile ilişkisini bu “yeni” duruma göre güncellemesi gerekir. Üstelik Türkiye de AB böyle gerilerken 1958’lerin, 1990’ların Türkiye’si değil. AB’nin aksine Türkiye hem siyasi hem de ekonomik olarak gittikçe güçleniyor. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın “En az üç çocuk” mesajının da ne kadar kritik olduğunu görüyoruz. Çünkü nüfusu genç tutmadığınızda, iddia edilenin aksine, var olan nüfus da siyasi/ekonomik olarak korumasız kalıyor. AB (ve bizden bazıları) henüz farkında olmayabilir ama Türkiye için üyelik eski cazibesini yitirmiş durumda. Kaldı ki, Avrupa, hem kendi ötekilerine uyguladığı beyaz ayrımcılık, hem de mülteci akınları ile, kritik bir yol ayırımına gelmiş durumda. Ya içe kapanacak ve ırkçı akımlara teslim olurken birliği dağıtacaklar ya da kafalarındaki sınırları dini, ideolojik ve yaşam biçimleri açısından yıkarak iddialarını büyütecekler. Bunu yapabilmeleri için ise Türkiye’nin üyeliği onlar için bulunmaz fırsat. Açıkçası biraz bön olduklarını düşünüyorum. Minimum sorun ve maksimum bir faydayla, Türkiye’nin üyeliği, hem genç nüfusu ve laik demokratik sisteme sahip oluşu ile ve hem de dini çeşitliliğe açılmak adına tek ve eşsiz bir imkân sunuyor onlara. Ama bunu görebilmeleri için kibirlerinden sıyrılmaları lazım. Henüz hazır değiller. Ancak şartlar daha da kötüleşince bu uykudan uyanmak zorunda kalacaklar. O yüzden, Türkiye artık çok daha vakur, özgüvenli ve nasıl derler, biraz nazlı olmalı. Dik durup diklenmeden, kompleksleri aşarak, soğukkanlı olmak, kartları da ucuza kaptırmamak gerekiyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları