Top
16/09/2020

Jeopolitik mücadeleden jeopolitik münakaşaya Doğu Akdeniz denklemi

Doğu Akdeniz’deki çok yönlü jeopolitik mücadelede yeni bir aşamaya girilmek üzere. Türkiye’nin kararlı duruşu ve gerektiğinde kendi haklarımızı savunmak için askeri seçeneği caydırıcı bir şekilde kullanabilme becerisi, Türkiye karşıtı güçlerde dengeleri değiştirmeye başladı.

Başlangıçta NATO bünyesinde başlayan Türk-Yunan askeri heyet görüşmeleri Yunanistan başbakanının "Türkiye'den somut adım gördüğümüz durumda istikşafi görüşmelere derhal başlamaya hazırız" açıklamasıyla yeni bir boyut kazandı.

Sürecin bu istikamette Yunanistan tarafından kabullenilmiş olması önemli. Zira bu açıklama aslında içerisinde önemli başka mesajları da barındırıyor. Öncelikle ne Yunanistan’ın ne de Yunanlıyla iş tutan başka ülkelerin bölgedeki nispi güç toplamı Türkiye’nin gücüne erişemiyor.

Yani Türkiye’yle sıcak bir çatışmaya girmeyi göze almaları en azından kısa vadede çok mümkün değil. O zaman diğer aşamalara bakalım. Diğer aşama Türkiye’ye karşı kışkırtıcı tarzlarda provokatör hareketlerle krizi tırmandırmak veya en azından mevcut krizin sıcaklığını muhafaza edebilmek.

Bunun için Yunanistan’ın AB’den talepleri ile bu taleplerin karşılanma derecesi, Türkiye ile yürütülmeye çalışılan krizin devam edebilmesi için önemli bir parametre.

Diğer bir husus da başta Fransa olmak üzere Avrupa’nın Doğu Akdeniz havzasından beklentileri ve Türkiye’nin durumu göz önüne alındığında bu beklentilerin karşılanabilme ihtimalinin seviyesi.

AVRUPA’NIN YUNANİSTAN’A KARŞI TAVRI

Görünen o ki, Avrupa Yunanistan’ı daha fazla sırtında taşımak niyetinde değil. Yine görünen o ki, Türkiye’nin istikrarlı duruşu ve milli güç kapasitesi Fransa’yı bölgedeki sömürgeci beklentilerine erişmek konusunda hayal kırıklığına uğratmış durumda.

O yüzden düne kadar masanın etrafından bile geçmeyen, katıldıkları halde NATO’daki görüşmeleri inkar eden Yunanistan başbakanı şimdilerde görüşmeye hazırız diyor. Hazır olmalı da zaten. Bakınız eğer Yunanistan sadece Avrupa’ya sırtını dayayarak Türkiye’ye yönelik kin ve nefrete dayalı politikalarından vazgeçmezse, eninde sonunda Orta Doğu’daki ülkelerin akıbetine uğrayabilir. Yunanistan’da bu stratejik tehlikeyi anlayabilecek devlet aklı olup olmadığını hep birlikte göreceğiz.

Ancak bir virüs pandemisinde bile birbirlerinin maskesini çalan Avrupa, zorda kaldığında Yunanistan’a neler yapmaz. Orta ve uzun vadede belki de önümüzdeki yüzyılı, ABD dâhil Batı’nın Çin ile mücadelesi şekillendirecek gibi görünüyor. Bu mücadele dünyanın pek çok yerinde askeri mücadelelere de dönüşebilir. İşte tam da bu noktada Türkiye küresel sistemde etkili bir oyuncu olmaya hazırlanıyor.

Yıllık yaklaşık 50 milyar metreküp doğalgaz tüketimi olan Türkiye’nin keşfedilmiş enerji rezervini 2 trilyon metreküpün üzerine çıkarması çok da fala bir süre almayacaktır. Ülkemiz başta su olmak üzere doğal kaynakları, tarımsal alanları, enerji ve insan gücüyle belki de insanlığın üçüncü büyük mücadelesinden çok az etkilenerek çıkabilecek nadir ülkelerden biri olabilir.

BÖLGENİN TEK DERDİ YUNANİSTAN DEĞİL

Ayrıca Türkiye, bu büyük krizin ortaya çıkarabileceği büyük fırsatları da kendi lehine kullanabilecek/avantaja dönüştürebilecek bir ülke konumuna gelebilir. O yüzden bir takım taktik sapmalar olsa da Ege krizinin yavaş yavaş diplomasiye doğru kayması son derece olası görünüyor. Yani Avrupa’nın tek derdi Yunanistan değil artık.

Yunanistan ve Ermenistan gibi Avrupa için ileri karakol amacıyla kurdurulmuş suni devletçiklerin fonksiyonları tükenmeye başladı. Bu tükenişin ciddi ayak seslerini şimdilerde çok net duyuyoruz. 40 milyarı IMF olmak üzere yaklaşık 370 milyar Euro’luk borç yükünü hazır yemeye alışmış 10 milyonluk bir ülkenin ödeyebilmesi çok mümkün değil.

Bu kronik ve her gün daha da artan borçlanmayla birlikte siyasi kapasite yoksunluğunun orta ve uzun vadede Yunan halkı üzerindeki travmatik etkilerini hep birlikte göreceğiz.

Eğer Yunanistan’da şu ana kadar göremediğimiz bir devlet aklı varsa şimdilerde devreye girmeli ve Türkiye’yle bütün sorunlarını adil bir şekilde çözmek için masada yerini almalı, hatta yaklaşan fırtınada ayakta kalabilmek için Türkiye ile çok yönlü entegrasyonları sağlamalıdır. Yoksa komşu için çok geç olabilir.

Ege krizinde yaşanan çok önemli diğer bir gelişme de Türkiye’nin, Sakız Adası'nın Lozan Barış Antlaşması ihlal edilerek silahlandırıldığını belirten yeni bir NAVTEX yayınlaması oldu. Bakınız bizim Yunanistan’la Doğu Akdeniz’de konuşacak herhangi bir konumuz yok. Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de ne işi var. O yüzden bizim Yunanistan’la Doğu Akdeniz’de değil Ege’de konuşacaklarımız var.

TÜRKİYE’NİN STRATEJİK BÖLGESEL HAMLELERİ

Öncelikle gayri askeri statüdeki adaların silahsızlandırılmasını konuşmalıyız. Ayrıca 1923 Lozan Anlaşmasına aykırı şekilde 1947 Paris anlaşmasıyla üçüncü tarafın zararına (Türkiye’nin zararına) belirlenmiş olan Ege adalarının statüsünün yeniden belirlenmesi gerekmektedir. Türkiye yeni NAVTEX ilanıyla bu süreci başlatmış oldu. Sürekli Yunanistan’ın saldırdığı bizim ise savunmada kaldığımız durum artık değişmekte. Ege adalarının statüsü yeniden belirlenmelidir.

Sonuç olarak Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik mücadelesi Yunanistan için gittikçe mücadele alanından çıkıp kendi iç siyasetlerinin polemik konusu olmaya başlamıştır. Askerlik sürelerini 9 aydan 12 aya çıkarma söylentileri de bu kapsamdadır. 10 yıl önce 13.5 milyon olan Yunanistan’ın nüfusu şimdilerde 10 milyonun altına düşmüştür.

Askere alacak adam bulsalar da askerlik süresini 12 aya çıkarsalar bari. Yunanistan için bu çok mümkün değil. Ayrıca Yunanistan’ın elindeki üç beş kuruşu küresel silah şirketlerine vermesi de Yunan halkına bir fayda sağlamayacaktır. Tek seçenek Türkiye ile adil bir şekilde masaya oturmaktır.

Elbette bu dönemde Türkiye’nin karşısına artık terör örgütleri değil bir kısım devletler ittifak içinde çıkmış durumda. Hatta böyle bir ortamda Türkiye’nin yalnız kaldığını, politikalarını gözden geçirmesi gerektiğini söyleyenler bile olmuştur.

Ancak bu ittifaklar konjonktürel şartlar gibi geçicidir. Önemli olan haklı zeminde ilkeli dış politika yürütebilmektir. Ayrıca Türkiye’nin yürüttüğü denge politikasına bakılırsa ülkemiz hiç de yalnız değildir. Aksini düşünmek savunduğumuz haklı çıkarlarımızdan ve değerlerimizden taviz vermek olur ki böyle bir taviz asla verilmemelidir. Ne bugün ne de yarın.

Dr. D. Eray GÜÇLÜER

Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları