Top
07/10/2020

Büyük sululuk

Davutoğlu, yeni bir alışkanlık edindi: Kendi Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık dönemi dahil, AK Parti’nin bütün bir iktidar dönemini kriminalize etmeye başladı.

Doğu Akdeniz’deki gerilim mi?

AK Parti’nin suçu...

Güney hattımız boyunca uzayacak bir terör koridoru ve olası bir terör devleti mi?

AK Parti’nin suçu...

AB’yle ve Fransa’yla yaşadığımız gerilim mi?

AK Parti’nin suçu...

Suriye’nin bu hale gelmesi ve Halep’in düşmesi mi?

AK Parti’nin suçu… (Suriye’nin bu hale gelmesi ve Halep’in düşmesinden biraz da Davutoğlu suçludur. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı olarak sorumluluk almadı. Başbakanlığı döneminde de sorumluluk almadı. Sorumluluğu Kemal Kılıçdaroğlu’yla paylaşmak istedi. İstikşafi görüşmeler başarılı geçseydi ve bir koalisyon hükümeti kurulabilseydi, Kılıçdaroğlu’nun Başbakanlığı altında yeniden Dışişleri Bakanı olacaktı.)

Hasılı, sürekli şunu söylüyor Davutoğlu:

Son 20 yıldaki kötü gidişat AK Parti’nin eseridir.

İyi de senin hiç mi payın yok bu “kötü gidişat”ta Ahmet Bey?

Başdanışmanlığa getirildin...

Dışişleri Bakanlığı’na getirildin...

Başbakanlığa getirildin... Hem de büyük bir istikballe...

İki yıla yakın devleti yönettin... Devletin gözü, kulağı, emanetçisi oldun.

Hiç mi kabahatin olmadı “kötü gidişat”ın oluşmasında?

Başbakanlar sadece örtülü ödeneği yönetmezler...

Devletin sair işlerine de bakarlar...

HAMİŞ:

AK Parti bir kişinin, bir zümrenin, bir “akraba topluluğu”nun partisi değildir.

Kimin partisidir?

Bir davası, derdi ve “düsturu” olanların partisidir.

Bunu söylediğinizde, kendinizi o partiyle, o partinin derdiyle kayıtlamış oluyorsunuz.

Bir Sayın eski Başbakan (Davutoğlu), “AK Parti’nin bir kişinin, bir zümrenin, bir ‘akraba topluluğu’nun partisi olmadığını” söylemişti... (Henüz ayrılıp parti kurmamıştı.)

Çok iyi etmişti...

Buraya bakarak, “Ne güzel, Sayın eski Başbakanımız kendisini AK Parti’nin derdiyle kayıtlıyor. Bir Sayın eski Cumhurbaşkanının yaptığı gibi dışarıdan eleştiri yöneltmiyor, içeriden konuşuyor” diyebiliyordunuz.

Zaten Sayın eski Başbakan da bunu demenizi istiyordu.

Bunu diyebilmeniz için “içeriden” konuşuyor gibi yapıyordu.

İyi de, AK Parti, canınız istediğinde kendinizi “içeri”ye atacağınız, canınız istediğinde “dışarı”ya çıkacağınız bir parti midir?

Madem kendinizi AK Parti’nin derdiyle kayıtlıyorsunuz, partinizin bir derdi olarak gündeme gelen anayasa değişikliği çalışmalarına neden katılmadınız?

Neden tek cümlelik “katkıda” bulunmadınız?

Diyebilirdiniz ki, “Ben Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karşıydım, bu nedenle katkı sunmadım ve aleyhte pozisyon aldım...”

Kabul...

Peki, kendinizi derdiyle kayıtladığınız (ya da bize öyle bir görüntü verdiğiniz) partiniz “mücbir sınavlarla” karşı karşıya bırakıldığında neredeydiniz?

Neden bir beyanatınız, doğru dürüst bir cümleniz, sadra şifa bir açıklamanız yok?

Son üç yıl içinde partiniz üç büyük seçime girdi.

Neden partinizin yanında yer almadınız, almıyorsunuz?

Neden bir “destek açıklaması” yapmadınız, yapmıyorsunuz?

Hadi Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karşıydınız, anlıyoruz... Kendinizle çelişmek istemediniz... Binali Yıldırım’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na da mı karşıydınız ki, elinizin altındaki medya organını “Ekrem İmamoğlu’nun başarısına” tahsis ettiniz?

Hem sık sık kendinizi dışarı atıp partinin aleyhinde bulunacaksınız (partinin “başarısız” olması için ter dökeceksiniz), hem “içeriden biri” görünüp partiden pay isteyeceksiniz!

Nasıl bir “mantığa” sahipsiniz siz? 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp