Top
Tayfun Bayındır

Tayfun Bayındır

tayfun.bayindir@milliyet.com.tr

20/11/2017

Kırgın ve küskün!

Naim Süleyman-oğlu’nun benim yaşamımda çok ayrı bir yeri var... Onu Türkiye’ye iltica ettikten bir ay sonra tanıdım ve dün cennete uğurlayana kadar da dostluğumuz devam etti.  Gazeteci-sporcu olarak başlayan ilişkimiz,  kısa sürede çok iyi arkadaşlığa dönüştü... 40 yıla yaklaşan mesleki kariyerimdeki en özel bölüm aslında Naim ve onun sonrasındaki haltere aittir.. Naim’in ay-yıldızlı forma altındaki ilk yarışması 1988 yılında Cardiff’deki Avrupa Şampiyonası’dır, son yarışması ise Sydney 2000 olimpiyatlarıdır. Her ikisini de yerinde izledim. Elbette sadece ikisini değil, Naim’in katıldığı tüm Avrupa ve Dünya Şampiyonaları ile 3 olimpiyatı da yerinde izleyen tek gazeteciyim. Onu ağırlıkları kaldırıp yüzümüzü güldürdüğünde baş tacı etmiştik, emeklilik döneminde ise bir kenara attık.. Vefasızlık Türk Sporu’nun klasik hastalıklarından biridir. Ne yazık ki en unutulmazını Naim’e yaşattık. Kırgın, küskün ve asıl önemlisi pişman olarak aramızdan ayrıldı. Ne acıdır ki,  yaşarken telefonlarına çıkmayanlar, son iki gündür azılı Naimsever kesildiler. Dün hem Fatih Camii hem de Edirnekapı Mezarlığı bu sahte yüzlerden onlarcasını gördü...

Basına hoşgörülüydü

...Naim, her zaman spor medyasının ilgi odağı oldu. Başta Ankaralı spor yazarları olmak üzere neredeyse tüm spor yazarlarıyla tanışır, onlarla iyi ilişkiler kurardı. Meslekdaşlarımdan bir tanesinin bile Naim ile ilgili eli boş döndüğünü hatırlamam. Haber, röportaj ya da fotoğraf, hiç hayır demezdi... Naim’in Türkiye’ye iltica etmesiyle birlikte, spor medyasında halter branşı birden çok önem kazandı. 1987’den itibaren, gazeteler ile TRT’de halter muhabirleri türeyiverdi. Onlardan biri de bendim. O tarihlerde Hürriyet gazetesinde çalışıyordum ve Naim’in her adımını takip etmekle görevlendirilmiştim. Tıpkı sevgili Cemal Ersen gibi.. AA da yakından izler ama muhabiri sürekli değişirdi, ancak AA’nın daimi foto muhabiri Mehmet Özdemir olurdu. TRT ise rahmetli Hüseyin Başaran’ı halter muhabiri olarak kamuoyuna takdim etmişti... Naim rekorları kırar biz zevkten dört köşe olurduk... En çok da yabancı basından gelip Naim ile röportaj konusunda bizden yardım istemeleri hoşumuza giderdi... Kısa sürede halter uzmanı olmuştuk. Kim kaç kilo kaldırır, antrenmanda ne derece yapmış, kaç kilo fazlası var, kaç kiloluk ağırlıkla yarışmaya başlayacak gibi detayları bir çırpıda söylerdik. Naim, tüm bunları öğrenmemizi, birer halter uzmanı kesilmemizi sağlamıştı. Antrenmanları da takip ederdik, özellikle cuma günleri 19 Mayıs Stadı’nın karşısındaki Halter Salonu’ndan çıkmazdık. Çünkü Naim’in çıkış antrenmanı olurdu. Ve mutlaka tescilsiz dünya rekoru kırardı bu antrenmanda. Biz de gazetenin manşetine yerleştirirdik.

En önemli yarışması

....Acı -tatlı çok anım var. Bazıları benimle mezara gidecek, bazıları ise zamanı geldiğinde gün ışığına çıkacak. Elbette paylaşacaklarım da var: İlk yarışması aslında en önemli yarışmasıydı. Bu tespit bire bir Naim’in tespitiydi. Yer Galler’in başkenti Cardiff’di. Ve Naim ilk kez ay-yıldızlı forma ile yarışacaktı. Cardiff, gazeteci, polis, gizli servis elemanları ve Türkiye ile Bulgaristan’ın bürokratlarıyla kaynıyordu. Hiç abartmıyorum 100’ün üstünde gazeteci vardı. Türk spor medyasının ağır topları da oradaydı; Ali Gümüş, İhsan Topaloğlu, Hüseyin Kırcalı, Taki Doğan, Bora Paran, Faruk Zabcı, Özkan Eminoğlu ilk aklıma gelenler. Bulgar, İngiliz ve ABD’li gazeteciler yanımızdan ayrılmıyorlardı. Naim’e Türkiye’den gelen üç yakın koruma verilmiş ve yarışmaların yapıldığı Spor Salonu’nun üstünde özel bir odada kalması sağlanmıştı. Dönemin Halter Federasyonu Başkanı Arif Nusret Say ile Beden Terbiyesi Genel Müdürü Kemal Kamiloğlu da oradaydılar ve Bulgarlar’ın temsilcisi Merenzov ile sürekli temas halindeydiler. Naim’in yaklaşık 7 ay sonra düzenlenecek Seul olimpiyatlarında yarışabilmesi için Bulgarların iznine ihtiyacı vardı ve Merenzov bu izin karşılığında 2.5 milyon dolar istiyordu. Pazarlık kıyasıya sürüyordu. Aynı sırada Naim, bir kaç ay önce yanlarından kaçtığı Bulgar Halter Milli Takımı’ndaki arkadaşlarıyla bir araya geliyordu. Ekibin başında da İvan Abaciev vardı. Bulgarların “Katil” lakaplı antrenörü. Yani Naim’i yetiştiren usta... Abaciev ve Naim yüz yüze geldiklerinde o ana şahit olan tek gazeteci bendim. Naim uzanıp hocasının elini tuttu ve öpüp başına götürdü. Abaciev talebesinin başını şefkatle okşadı ve sadece “Biraz kilo vermiş gibisin” dedi...Tüm bunlar olurken ben Faruk Zabcı’nın Londra’dan getirdiği son model Polaroid’iyle anı ölümsüzleştiriyordum. Tam 5 kare çekebildim. Daha fazlası risk olacaktı. Bir an önce buluşmanın bitmesini istiyordum, ki haber fotoğraf sadece bende olsun... Öyle de oldu. Taki ağabey ve elbette diğerleri koşarak salonun öbür ucundan benim yanıma geldiklerinde onlar için iş işten geçmişti. Bir gün sonra hem birinci sayfada hem de spor sayfasında manşettim.

...Naim Süleymanoğlu mesleki anlamda buna benzer çok güzel işlere imza atmama olanak tanımıştı. Dün cenazesine gelen ezeli rakibi ama ebedi dostu Leonidis ile Atina’da buluşmalarını sağlamıştım. Birlikte Leonidis’in Atina’nın dışındaki evine gitmiştik. Leo’nun annesi bizi mükemmel ağırlamış saatlerce o evde Türkçe konuşulmuş, Leo’nun annesi Kars’daki, Trabzon’daki anılarını aktarmıştı... Onunla olan anılarımı aktarmaya kalksam, dizi olur, seri kitap haline gelir... Ve ne ilginçtir ki ona yapılan haksızlıklar da Yeşilçam filmlerini aratmaz.

‘Doğru karar vermişim’

...Naim aslında 1985 yılında Monaco’da iltica etmeye hazırlanıyordu ama Türkiye’de iltica edeceğine yönelik haberler çıkınca Bulgarlar hemen Sofya’ya geri götürmüşlerdi. Sonra 1986’da isteğini gerçekleştirdi. Melbourne’de müthiş bir operasyonla Türkiye’ye kaçtı. Bu kaçışla ilgili çok şey söylenip yazıldı... Çoğu eksik ve yanlış bilgilerle dolu. Ben yıllar sonra Melbourne’deki Dünya Halter Şampiyonası sırasında  Naim’e kaçışını yeniden yaşatmıştım. Arka kapısından kaçtığı restauranttan iki gün saklandığı eve, aynı cemaatle bir araya geldiği camiiden, bindiği sarı Datsun marka arabaya kadar hepsini buldum. Naim beni kırmadı ve aynı kişiler, aynı mekanlara aynı araçla geldi. Hepsini resimleyip haberleştirmiştim. O gün bile özgür bir Türk olmasına karşın heyecanlanmış ter içinde kalmıştı. Ama sonunda “Çok doğru bir karar vermişim” demişti.

...Evet kardeşim çok doğru bir karardı. Sayesinde seni tanıma onuruna eriştim. Dostluğunu, arkadaşlığını ve büyük sporculuğunu yaşadım. Ama erken ayrıldın hem de çok erken..

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları