Top
14/11/2020

An meselesi

“Hayat fâni, ölüm ani” gibi cümlelerle hayatın ne kadar kısa ve geçici olduğunu anlamaya çalışıyoruz ya! Ben olayı biraz daha somutlaştırmak adına bir şey yaptım.
Ortalama yetmiş yıl ömür yaşayacağımı farz ettim. Sonra bu yetmiş yıllık ömrü yedi dakikaya ölçekledim. Ve bu ölçeğe biyografimi sığdırmaya çalıştım. Bakın nasıl bir şey çıktı karşıma;
“45. saniyede ilkokula başladım. İkinci dakikada üniversite hayatım başladı. Üçüncü dakikaya gelirken askere gittim ve evlendim. Yaklaşık iki dakikadır eğitim sektörünün farklı kademelerinde görev yapıyorum. Bir dakika sonra da inşallah emekli olacağım. Emekliliğimin ilk dakikasında, Allah sağlık sıhhat verirse çalışmaya devam etmeyi planlıyorum.”
Biraz garip gözüküyor değil mi? Ama yetmiş yıl, sonsuzluğun yanında değil yedi dakika, yedi saniye bile etmiyor. Zamanın prangasından kurtulup sonsuzluk merkezli düşünmeye başladığımızda da böbürlenerek kurduğumuz birçok cümle anlamını yitiriyor.
Yok ben ömrümü şuna adadım... Yok şu kadar yıllık tecrübeme dayanarak söylüyorum ki…
Hepsi hikâye! An gelecek, rüya bitecek ve gerçek âleme uyanacağız.
İşte o zaman, ömür dediğimiz şeyin bir andan ibaret olduğunu şaşırarak ve ürpererek anlayacağız.
 
Kibir tehlikesi
 
İnsan yaşadıkça, okudukça ve düşündükçe daha iyi  anlıyor... Dünyadaki birçok kötülüğün merkezinde kibir var. Büyük günah olması ve insanı felakete sürükleyen kötülüklerin başında gelmesi de bu yüzden zaten.
Ve dikkat edin! Popülist kültür herkesi kral-kraliçe ilan etme derdinde. Çünkü insan kendisini önemsedikçe bağışıklığı düşüyor ve daha kontrol edilebilir bir hâle geliyor.
Ateizme giden o talihsiz yolun ilk istasyonu da kibir. İnsan ne kadar aciz olduğunu unutup büyüklenmeye başladığında dengesini iyice kaybediyor. Ve yolun sonunda firavunlaşıyor!
Kendisine bahşedilen aklı, yaratanı inkâr için kullanmak kadar acı bir şey olabilir mi?
Hâlbuki hayatla ilgili büyük ve anlamlı keşifler, insan ne kadar aciz olduğunu anlayınca başlıyor. Yani varlık, ancak hiçlikle anlaşılabiliyor.
Savunma sanayiine milyarlarca dolar yatırım yapan ülkeler küçücük bir virüsle mücadele edemezken, insan hâlâ kendisini nasıl büyük görebilir?
İnsanın aklı, havsalası almıyor.
 
İyi insan olmak
 
Sizinle yaşadığım iki hadiseyi paylaşmak istiyorum. Birincisi şu;
Geçenlerde bir okuyucum sosyal medyadan mesaj yazıp kitap istedi. Ben de bir tane kitabı imzalayıp kargoya gittim. Parasını verip kitabı o kişiye gönderdim. İş yerine dönerken çok mutluydum. Niye dersiniz? Bir kişiye karşılıksız iyilik ettiğim için, değil mi?
Maalesef hayır!
Duygularımı sorguya çektim ve biraz zor olsa da mutluluğumu tetikleyen asıl şeyin şu olduğunu anladım; Bu kişi kitabı alacak, “Vay be, ne kadar iyi bir adammış” diyecek. Belki sosyal medyada beni öven birkaç cümleyle kitabın fotoğrafını paylaşacak… Falan filan…
Ve ikinci olay;
Yıllar önce iş yerinde çalışan ve maddi durumu iyi olmayan birisine yardım için biraz para verdim. Parayı verirken de “Bu parayı bir hayır sahibi ihtiyacı olanlara vermem için bana vermişti. Ben de sana veriyorum” dedim.
Madem bir hayır yapıyoruz tam olsun, bir elimizin verdiğini öbür elimiz bilmesin hesabı...
Ama bunları söylerken bir yandan da içimden “İnşallah durumun aslında böyle olmadığını ve parayı bizzat benim verdiğimi anlar” diye düşünüyordum. Nasıl bir saçmalıksa artık?
Sonuç;
Nefis çok sinsi ve hain. İyi insan olmak da gerçekten hiç kolay bir iş değil. Ölen hayvanlara ağlayarak, savaş karşıtı sloganlar atarak veya birilerine yardım ederek iyi insan olunmuyor.
İyilik bir olma hâli. Eğer insan henüz olmamışsa ve boşlukları dolmamışsa, yapılan iyiliklerde hep gizli bir gündem oluyor. O gizli gündem de apaçık nefsi beslemek oluyor.
Not: Bu bölümü yazarken de içimdeki ses şöyle dedi. “Şimdi bunu okuyanlar, kendimi bu kadar rahat eleştirebildiğim için beni acayip takdir edecekler.”
Bu ne ya!
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları