Top
07/11/2020

Depremin öğrettikleri

Kaç gündür İzmir’le yatıp kalkıyoruz. Üzüntümüz, sevincimiz, gözyaşımız ve dualarımız bir süredir İzmir’e ait...
Allah yakınlarını kaybedenlere sabır, evi yıkılanlara kolaylık, can kaybını artıran ihmallere sebep olanlara da akıl, fikir ve insaf versin.
Bu tür afetlerden sonra hep “Bu bize bir ders olsun!” deriz ya… Ben de işte o dersin kendim için kazanım listesini çıkardım.
Allah bize bir daha bu acıları yaşatmasın inşallah!
 
Depremden ne öğrendim?
 
Yerin altıyla üstü arasındaki mesafenin ne kadar kısa olduğunu öğrendim.
Bir insan hayatını kurtarmanın, dünyanın bütün başarı hikâyelerini önemsizleştiren bir gücü olduğunu öğrendim.
Doğal afetlerde insanlığın vicdanıyla buluştuğunu ve hatta kucaklaşarak hasret giderdiğini öğrendim.
Tek bir fotoğraf karesinin, insana dair yazılmış binlerce kitaba bedel olabileceğini öğrendim.
İnsanın yaşı ilerledikçe acı haberlere daha zor dayandığını öğrendim.
Enkaz altından kurtarılan bir çocuğun yüzündeki gülümsemenin, koskoca bir ülkeye nasıl bayram sevinci yaşatabileceğini öğrendim.
Ölenlerin acısıyla, kurtarılanların sevinci çarpıştığında ortaya çıkan hissiyatın, taşlaşmış kalpleri nasıl yumuşatabileceğini öğrendim.
Karanlığın içinden “Abla çok korkuyorum. Elimi tutar mısın?” diye seslenen çocuktan, zor durumda olan insanların ihtiyacı olan şeyin aslında ne kadar basit ama önemli olduğunu öğrendim.
Yardıma ihtiyacı olan bir insana uzatılan elin, dünyanın bütün hazinelerinden daha değerli olabileceğini öğrendim.
Sıkıştığı yerde elini sallayarak “Ben iyiyim” diyen o güzel yüzlü çocuktan, en zor şartlarda bile “İyiyim” diyebilmenin nasıl mümkün olabileceğini öğrendim.
Küçük bir kızın “Baba, annem nerede?” sorusunun, depremde eşini kaybeden bir baba için dünya imtihanının en zor sorusu olabileceğini öğrendim.
Yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarına boğulan arama-kurtarma ekibi üyesinden, gözyaşının insanı ne kadar güzelleştirdiğini öğrendim.
Yıkıntılar arasında hamasi mavra ve cansız bedenler arasında siyasi manevra yapmaya çalışmanın, insanları ne kadar çirkinleştirebildiğini öğrendim.
Hiç dinlenmeden ve uyumadan günlerce çalıştıkları hâlde hiçbir yorgunluk belirtisi göstermeden ve şikâyet etmeden insanüstü bir gayret gösteren ekipten, hayattaki en büyük yorgunluğun umutsuzluk olduğunu öğrendim.
İnsanın güçlü olabilmesi için, önce ne kadar aciz olduğunu tam olarak hissetmesi gerektiğini öğrendim.
Bizi sıkışıp kaldığımız yerden çekip kurtaran kişilerin eline nasıl sıkı sıkı sarılmamız gerektiğini öğrendim.
İnsanların da tıpkı binalar gibi depreme hazır olması gerektiğini, malzemeden çalarak yetiştirilen nesillerin veya kurulan yuvaların en ufak bir sarsıntıda yerle bir olabileceğini öğrendim.
“Ey oğul, insanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen Şeyh Edebali’nin, devlet-insan ilişkisine dair söylenmesi gereken her şeyi bir cümlede nasıl özetlediğini öğrendim.
Hazreti Ömer’in, “Ölümü yattığın zaman yastığının altında, kalktığında burnunun ucunda bil!” sözünün, insana nasihat olarak yetebileceğini öğrendim...
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları