Top
03/10/2020

Gıcık olma ihtiyacı

Geçen gün televizyon kanalları arasında dolaşırken bir programa denk geldim. “Yuh be, yazıklar olsun tüü şuna bak!” derken bir baktım, bir saat boyunca saçma sapan bir şey seyretmişim.
Öfkeden haz almak galiba yaşadığımız çağın bir hastalığı. Bir yandan sinirleniyor, bir yandan da garip bir tatmin duygusu yaşıyoruz. Ve işin kötüsü sonuçlara öfkelenmekten sebeplere kaygılanmayı unutuyoruz.
Ona kız, buna öfkelen, şunu protesto et derken günler gelip geçiyor.
Gıcık olmak anlık gelişen, tabiî bir durumdur. Ama gıcık olma ihtiyacı ve hep negatiften beslenmek hiç normal değil. Bir tür mazoşizm aslında.
Güne “Bakalım yine ne yazmış hergele?” diyerek en çok nefret ettiğimiz köşe yazarının yazısıyla başlıyoruz. Hiç sevmediğimiz adamları sosyal medyada takip ediyoruz. Hınç duyduğumuz politikacının adını gün boyu ağzımızdan düşürmüyoruz. Öfke kabartan, sinir gıdıklayan programları seyrediyoruz.
Gece de Twitter’da mutlaka nefret kusacağımız bir başlık bulup, en son ona sinirlenip yatıyoruz.
Sanki günlük bir gıcık olma ihtiyacımız var. O dolana kadar uğraşıyoruz. Sonra da “İçimde sebepsiz bir sıkıntı var” deyip psikoloğa falan gidiyoruz.
Sıkıntının sebebi belli aslında. Kaos bağımlısı olmuşuz. Günlük dozu almadan rahat edemiyoruz.
Hâlbuki nefret etmek çok ağır bir mesai. Adamı yoruyor. En kötüsü de bağımlılık yapıyor.
Eğer bir şeyi beğenmiyorsak, ondan uzaklaşmamız gerekir. Mesela bir lokantanın yemek kalitesi kötüyse, bir defa gider bir daha gitmeyiz. Ama her gün aynı lokantaya gidip, sinirlenerek yemek yemek bir tür hastalık değil mi?
Acaba başkalarının kötülüğüne kızarken, kendimizi mi aklıyoruz diye düşünüyorum bazen. Kendimizi, bizden daha kötülerle kıyaslayınca bir tür iç rahatlaması yaşıyoruz belki.
Adam kediye işkence edip öldürmüş. O zaman ben mükemmel bir insanım. Çünkü asla böyle bir şey yapmam!
Adam karısını vurup öldürmüş. Ben hanıma fiske bile vurmam. Acayip iyi bir adamım yahu!
Acaba öyle mi? Kendimizi hep sabıkalı adamlarla  kıyaslarken, çocuklarımızı sınıfın en çalışkanıyla kıyaslıyoruz hâlbuki. İğne de çuvaldız da hep başkasına batıyor.
Sevmek için duyduğumuz istek, nefret etmek için sahip olduğumuz motivasyonun çok gerisinde. Bir kriz çıksa da sinirlensem ve sosyal medyada kasırga gibi essem diye bekliyoruz. Sosyal medyada mesajları ardı ardına sıralayınca da üzerimize düşeni yapmış olmanın rahatlığıyla hayatımıza devam ediyoruz.
“Tweet attım da kolum mu yoruldu?” diye de düşünmeyin! Kolunuz yorulmaz belki ama ruhunuz kesin yorulur.
İnsanlara gerçekten faydalı olmak için uçana kaçana gıcık olmak yetmez. Yatakta sırtüstü uzanıp millete kapak yaparak tembelliğimize mazeret dışında bir şey üretemeyiz.
Hayatımda büyük yeri olan büyük insanları düşünüyorum. Hepsi güler yüzlü, nezaket sahibi, mütevazı, ölçülü ve çalışkan insanlardı.
Yan yana kelimeleri sıralayınca çok basit gözüküyor belki. Ama bir cümleye kolayca sığdırdığım bu beş sıfatı, bir ömre sığdırmak inanın kolay değil! Bu meziyetlere sahip olabilmek için gayret gösterecek olsak, zaten kimseye kızacak vakit bulamayız.
Dava sahibi olmak önce kendini bilmeyi, sonra da çalışkan olmayı gerektirir. Bu yüzden büyük randevudan önce nefsimizle tanışmamız ve çok çalışmamız gerekir.
Çünkü insan ne ekerse, onu biçer.
En büyük davası başkalarını kınamak olan kişinin duruşması da çetin geçer.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları