Top
Rahim Er

Rahim Er

rahim.er@tg.com.tr

30/07/2020

AYASOFYA’DA VE DİĞER CAMİLERDE HOPARLÖRE İHTİYAÇ YOK

 
Mustafa Kartoğlu’nun Akşam gazetesinde çıkan bir yazısını okudum. 28 Temmuz günlü bu yazıyı okuyunca Mustafa Kartoğlu’nu da Emre Yücelen’i de kalben takdir ve tebrik ettim. Sn. Yücelen, İTÜ Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümü mezunu bir müzisyen ve ses uzmanı.
Sn. Kartoğlu, yazısına Emre Yücelen’den bahisle başlıyor:
-Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nde 86 yıl sonra kılınan namazdan önce tarihî yapının, akustiğini ilk kez çıplak sesle ve görüntülü olarak kayıt altına aldı. Hararetle tavsiye ederim. Youtube kanalındaki bu deneyi izleyin. Müezzin mahfilinde her ezan, makamına göre okunmuş. Müezzinin önünden, kubbenin ortasından, kubbenin altından ve köşelerden 8 kamera ve mikrofonla kayıt alınmış. Ses, camiin içinde yankılanırken kubbede 12 saniye asılı kalmış. Ben, tarihî cuma namazında Ayasofya’nın içindeydim. Okunan Kur’ân-ı kerimi, duaları, hutbeyi ve namazı mikrofondan okunduğu hâliyle dinledim. Bir de Emre Yücelen’in kayıtlardaki "çıplak sesle" okunan ve kubbeden yansıyan ezanı dinledim. Müezzinin önündeki mikrofondan yansıyan ses, "insan sesi"ydi. Ama kubbeden yansıyan ses, Ayasofya’nın sesiydi. Ağzımdan şu cümle döküldü: "Keşke cuma günü Ayasofya’ya ses sistemi, hiç kurulmasaydı…"
Bu tesbit ve müşahededen sonra şöyle diyor:
-Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ve bu işlere kafa yoran yetkililere açık çağrımdır. Tarihî camilerden ses sistemlerini kaldırın. Günümüz camilerinde de akustiği ölçtürün uygun olanlardan da hoparlörü çıkartın. Küçük camilerde ses sistemi kullanılmasını yasaklayın. Allah’ın sözünü, Ezan-ı Muhammedi’yi ucuz ses sistemlerine mahkûm etmeyin. Kadronuz geniş, imkânlarınız yeterli. Bunu, kısa sürede çalışır ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunabilirsiniz. Biraz tanıyorsam en büyük desteği ondan alırsınız. Bugün camilerimizde "hoparlörün sesini" dinliyoruz. İmamın müezzinin değil. Hele caminin hiç değil. Oysa her caminin akustik mimarisinin müezzinin sesini dönüştürdüğü ses, farklıdır. O, caminin sesidir. Tasarımdaki bu anlayış, camilerden yükselen bu sesleri "İslam’ın sadası” hâline getirir. Onların ustalık hakkı var, bizlerin de camilerin sesini işitme hakkımız. Emre Yücelen’i hem tebrik etmek ve hem de yaptığı şahane işi kendi ağzından dinlemek istedim. 2006’dan bu yana İstanbul’da 17 camide ses testleri yaptığını anlattı. Söylediği üç noktayı ilgililerin bilgisine sunuyorum: "Bu camilerde ses sistemine ihtiyaç yok, çünkü müezzinin, imamın sesinin en arkalara kadar ulaşması düşünülerek tasarlandılar. Mikrofon, müezzinlerin işini kolaylaştırıyor. Çünkü çıplak sesle bu işi yapmak yorucu. Ama kullanmadıkça ses güçlerini de kaybediyorlar."  
Mustafa Kartoğlu’nun "Ayasofya’da hoparlöre ihtiyaç yokmuş, diğerlerinde de…" başlıklı yazısının kısaltılmış hâli böyle…
"Hoparlörle ezan" asra yaklaşan sancılı bir meselemizdir. Çıkış itibarıyla haddizatında Tek Parti Zihniyeti’nin "dinde reform" çalışmalarından olduğu hâlde bilahare, dinî hükmüyle "ibadette bid’at, ibadete sonradan yapılan ilave, değişiklik" olan böyle bir aslı, özü bozma faaliyeti, muhafazakâr kitlenin önündeki bazıları tarafından benimsenerek günümüze kadar gelinmiştir. Bu mesele, dile getirildiğinde sanki bir yerlerin görüşüymüş gibi peşin hükümle değerlendiriliyor. Oysa bugün müezzinin minareye çıkmaması gibi bir problem vardır. Onun için 24 Temmuz 2020 Cuma günü Ayasofya cemaatine kavuşurken hem Cumhurbaşkanımız Sn. Erdoğan’a ve hem de Diyanet İşleri Başkanımız Sn. Erbaş’a tweetler gönderek "aşağıda muhteşem bir cemaat varken, yukarıdaki muhteşem minarelerden meçhul bir ses gelmemeli; cemaat, şerefelerde müezzinlerimizi de görebilmeli" dedik. Allah razı olsun. Böyle de oldu. Müezzinlerimiz, eski müezzinler gibi minarelere çıkıp şerefelerden ezan okudular.
Bugün Ayasofya’nın ibadete açılmasını hazmedemeyenlerin kendisine "hakaret" iftirasını attıkları muhterem Ali Erbaş Hocamız, mesleğine vâkıf bir din adamdır. Keza Cumhurbaşkanımız mevzuun içindedir. Dolayısıyla bu sancının tedavisi gerekir. Tedavisi âciliyet ifade eden iki sancı vardır. Bunlardan biri namaz vakitleriyle alakalıdır. 12 Eylül darbesi, 1983’te 15 asırdır uygulanan namaz vakitlerini değiştirerek Müslümanların namaz ve oruçlarının sıhhatine müdahale etmiştir. Ne tezattır ki Ezanda olduğu gibi bunda da muhafazakâr kitle önünde olanlardan bazıları bu değişikliğe sahip çıkarak bu tahrifi, bozmayı koruyageldiler.
Ayasofya’nın açılması, bu sancıların hâlline hayrlı bir vesile olmalı.
Ezan-ı Muhammedî de namaz vakitleri de şahsî değildir.
İmam efendiler, 3 kişilik cemaate bile mikrofon ve hoparlör kullanarak namaz kıldırmaktadır. Hâlbuki insan, sesindeki güzelliğin yerini hiçbir alet tutamaz. İslami hayata mesafeli bazı vatandaşların hoparlör sesinden rahatsızlıkları, anlayıp dinlemeden dinden rahatsızlık gibi bir haksızlıkla telakki edilmektedir. Öyle mescidler var ki şerefedeki hoparlör bitişik binanın penceresine âdeta yapışmış vaziyette.
İslamiyet’e Asr-ı saadetteki gibi inanmak ve Asr-ı saadetteki gibi amel etmek Diyanet’in de biz Müslümanların da vazifesidir. Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam- buyurdukları malumdur:
-Zorlaştırmayınız kolaylaştırınız, nefret ettirmeyiniz sevdiriniz…
Hoparlör, dinimizi sevdirmiyor.
Peygamberimiz, şunu buyurabilirlerdi:
-Fendeki gelişmelere göre Ezan’ı devrin şartlarına göre okursunuz!!
Dinî mimaride zirve isim, Mimar Sinan olduğu gibi Ezan-ı Muhammedi de zirve isim Bilal-i Habeşi’dir. Yollarını takip etmekle mükellefiz.
İnşallah, Ezan da 86 sene sonra asli hâline kavuşur.
Namaz vakitleri de 37 sene sonra asli hâline kavuşur.
Camiler yeniden huzurun merkezi olur.
Zahmet edilip çıkılan minarelerden huzur yayılır...
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp