Top
Rahim Er

Rahim Er

rahim.er@tg.com.tr

19/02/2019

O İSİM, HAYATIMIZDAN ÇIKMALI

Sultan Abdülhamid Han, 31 Mart Vak’asından sonra 27 Nisan 1909’da iktidardan devrilerek ailesinin bir kısım mensuplarıyla birlikte Selanik’e sürgün edildi.
Darbeye Selanik’ten gelen 3. Ordu öncülük ediyordu. Başıbozuk vaziyetteki bu askerlere daha sonra “Hareket Ordusu” denecektir. Hareket Ordusu’yla cuntanın lideri Mahmud Şevket Paşa’ydı.
Mahmud Şevket Paşa, bir Abdülhamid muhalifi değildi. “Muhalif” kelimesi, çok zayıf kalır. Darbe günlerinde doldurduğu taş plaktaki sesi bugün el altında mevcuttur. İnternetten ulaşılmaktadır. Bu kayıt, dinlendiğinde görülmektedir ki gözü dönmüş bir kuduz kişi, Hakan-Halife’ye en aşağılık kelimelerle sövüp-saymaktadır.
28 Şubat Darbe Cuntası’nın, nerelerden beslenerek günümüze kadar ulaştığı şuradan anlaşılmaktaki en hafif sözü “Yıldız’daki baykuuuş!” olan o plak, ilk defa 28 Şubat’ta ATV’de Ali Kırca’nın programında yayınlanmıştı. Aynı programda daha sonra sözde Türkçe ezanlar da yine taş plaktan yayınlanacaktı.
Padişah’ın hal edilerek aile mensuplarından bir kısmıyla saraydan çıkartılması üzerine 33 yıl boyunca Hünkârın şahsında devlete hediye gelmiş paha biçilmez eserler ve Padişah’ın hazırlattığı türlü emtia, eşya, antika, rütbeli- rütbesiz darbeci serseriler tarafından talan edildi. Emsalsiz kıymetteki kütüphaneden, altın ve gümüş eşyalara kadar her şey çalındı. Mahmud Şevket Paşa sürüleri yağma yapıyordu.
Abdülhamid Han, ta veliahdlığında ticaretle uğraşıyordu. Bu sebeple ciddi bir servet kazanmıştı. Bundan dolayıdır ki tahta geçince yekûnu büyük meblağlar tutan ulufe bahşişini hazineden almayarak kendi cebinden dağıtmıştı.
Ne var ki tutumlu ve çalışkan bir insan olmakla imkânları fevkalade yerinde olan Abdülhamid-i sani ve aile efradının bir kısmı payitahtta, bir kısmı Selanik’te zor vaziyete düşmüşlerdi. Alatini Köşkündekiler kıt kanaat de olsa geçiniyorlardı. İstanbul’dakiler çok zordaydı. Hanım Sultanlar, sultanlar, şehzadeler bir lokmaya muhtaç olmuşlardı. Bugünden bakınca, o gün, sanki 15 sene sonra yaşanacak olan Hanedan sürgün dramının provasının yapıldığı görülmektedir.
Bir ülkede darbe olması, hukukun ortadan kalkması demek değildir. Darbeciler dahi kanunları ihlal ettikleri hâlde devirdikleri iktidarı hukuku ihlalle itham ederek kendilerini haklı gösterme peşindedirler. Kaldı ki darbeler şöyle dursun savaşın bile bir hukuku vardır. Muharip taraflar buna riayetle mükelleftir. Mesela savaşta bile işkence yapılamaz, sivillerin malına-mülküne el uzatılamaz.
Mahmut Şevket Paşa’nın çetebaşlığını yaptığı 31 Mart darbesinde ise ileride 28 Şubat’ta olmayacağı gibi hukuk yoktu. Sultanın şahsi hesap, para, irad neyi varsa hepsine el konmuş, bu devletin büyük bir Hükümdarı, alelade bir mahkûm derekesine düşürülme cinayetine tevessül edilmişti.
Abdülhamid Han, ekmeğiyle büyümüş bu haydutların insafa gelmelerini sabırla bekledi. Fakat oralı olan yoktu. Kendilerindeyse dayanacak mecal kalmamıştı. Bunun üzerine 5 Temmuz 1909’da Selanik’teki Alatini Köşkü’nden kibirden yontulmuş bir diktatör heykelini andıran devrin kudretli paşası Mahmud Nedim ve tabii ki onun şahsında devlete bir arz-ı hâl/dilekçe yazarak can ve mal hürriyetlerinin temin edilmesini, bir ekmeğe muhtaç hâle geldiklerini, 31 Mart’la alakası olmadığını yeminle beyan etme mecburiyetinde kalıyordu:
-Devlete ve millete iyi ve kötü fakat hüsniniyetle otuz dört sene vallahi ve billahi geceli gündüzlü hizmet eyledim. Şeyhülislam Efendi vasıtası ile yemine muhalif hâl ve harekette bulunmadım. Meşrutiyet aleyhine kuvvet kazanmaya çalışmadım. İstanbul’daki asker hadisesinden vallahi malumatım yoktur.”
Mahmut Şevket Paşa, örfi idare/sıkıyönetim kumandanıydı. Esasındaysa kendisine “Paşa Baba” diye hitap eden Enver Paşa ileride ne olacaksa o, o günden öyleydi.
Diktatör, gelen üç talepten mürekkep istidayı külliyen reddetti. Şu talepler reddediliyordu:
1-Şahsının ve gerek İstanbul’da kalmış ve gerek yanında olan aile efradının hayatının teminat altına alınması. 2-Alatini Köşkünün satın alınarak kaydı hayat şartıyla kullanmasına tahsis edilmesi. 3-Hizmetinde bulunan çalışanlara şahsi hürriyetlerinin verilmesi.
Mahmud Şevket Paşa, her şeyi derhal ve öfkeyle reddetti. Vicdanı olan, bunu yapmazdı.
Devlet, kapanın elinde kalmış, meşruti nizamda yeni Padişah sembolik hâle gelmişti.
Kimdir bu Mahmut Şevket?
Bağdat’a yerleşmiş Gürcü bir ailenin çocuğu. 1856 Bağdat doğumludur. Yüksek tahsili için İstanbul’a gelmiş, Harbiye’de zihni Jöntürk fikirlerle zehirlenmiş, Almanya’da uzun seneler kalmış, nazırlık, sadrazamlık yapmış, müşirlik rütbesine kadar çıkmıştır. Bu hukuk tanımaz zorba, etrafıyla beraber sadece 31 Mart ihanetinden değil, Balkanları kaybetme gafletinden de sorumludur.
11 Haziran 1913 günü makam otomobiliyle Divanyolu’nda seyir hâlindeyken silahlı saldırıya uğradı. Düşmanları katletmişti. Otomobiliyle suikast esnasındaki kıyafetleri Harbiye Askerî Müzesindedir.
Katlinden kısa bir süre sonra Beykoz’un Trilye Köyü’nün ismi “Mahmut Şevket Paşa” yapıldı. Cumhuriyet döneminde de ismi okullara verildi.
Adı geçen köy, yakın zamanlara kadar İstanbul’un çok uzak bir yeriydi. Artık bütün İstanbul, İBB hudutları dâhilindedir, köy yoktur. Yeni yollarla eski uzak semtlere gitmek basitleşmiş, dolayısıyla durak gibi isimler ve okul adlarıyla Mahmut Şevket Paşa, asla hak etmediği şekilde hayatımızı işgal eder olmuştur. Bu kirli adamın hayatımızdan çıkması şarttır. Müstakbel İBB Başkanı, evvelemirde bunu sahiplenmelidir.
Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan, önceki gün cennetmekân Sultan’ın, adı malum Paşa’ya gönderdiği mektubu bir mitingde elinde sallayarak “benim Padişahıma neler yaptılar?” diye milletinin hislerine tercüman olmuş.
Öyle ise kimsenin yaptığı yanına kâr kalmamalı. Mahmud Şevket Paşa ismi, hayatımızdan çıkartılıp atılmalıdır.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp