Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

26/09/2022

“Atın nezarete! Görsünler Hanya’yı, Konya’yı!..”

 
 
"Bir de hacca gidiyorsun! Boyundan posundan utanmıyorsan sakalından utan! Yazıklar olsun!..”
 
Karakolda komiser yardımcısı, bağırarak üzerime yürüdü. Neredeyse parçalayacak! Durmuyor ki derdimi anlatayım. Daha beter azarlıyor, hakaret ediyor, küfürler savuruyordu. Karakola hiç düşmediğimden, bu muameleleri görmediğimden olsa gerek donup kadım. Bu arada sanki hocamın sesini duyar gibi oldum. “Baba hazretleri…” diye bağırdım. Pek yüksek sesle söylemiş olmalıyım ki polis de bana çıkıştı: “Ne babası, ne hazretleri? Niçin çalıntı mal alıyorsun? Bir de hacca gidiyorsun! Boyundan posundan utanmıyorsan sakalından utan! Yazıklar olsun!..” diye durmadan sayıyor, olmadık hakaretler yağdırıyordu. Hırsımdan ve kafileyi kaçırma korkusundan ter içinde kalmıştım. “Ya Rabbim bu ne iştir ki, başımıza geldi?” diyor, kimseye laf anlatamıyordum. Zaten dinleyen de yoktu.
“Atın nezarete! Görsünler Hanya’yı, Konya’yı!” emrini vermişti ki asıl komiser çıkageldi. “Neler oluyor burada? Niçin bağırıyorsun komiserim?” diye yardımcısına sual edince, boynu bükük, mahcup ve ağlamaklı kalakaldım. Yardımcısı da olup bitenleri öyle bir abartarak anlattı, iyice nefesim kesildi. Sanki biz büyük bir soygun yapmış, yenilerini de yapmaya hazırlanan bir görünmez eşkıya çetesiymişiz haberimiz yokmuş! Bu gazocağı, kazın görünen ayağıymış, arkada daha neler neler varmış, tetkik sonunda belli olacakmış! Milleti kandırmak, göz boyamak için de bu ocağı çalmış, iş olsun diye de Hacca gidiyormuşuza getirdi. Diyecektim ki, “Ne olursunuz komiser bey! Arabam yükleniyor, birkaç ihtiyarın mesuliyeti üzerimde, bensiz bir şey yapamazlar! Suçumuz yok! Nereden bilelim ki çalıntı mal olduğunu? Bilseydik almazdık!”
Tam ağzımı açacaktım komiser gürledi: “Bu ne biçim vazife? Tek kelimeyle vicdansızlık! Azgın bir eşkıya yakalamış gibi hava estiriyorsun!” deyip benim aklımdan geçenleri yardımcısının yüzüne karşı saydı döktü. Müşfik nazarlarla bize dönünce başımın üzerinden sanki bulutlar kalktı, ferahladım; “Hocam kusura bakmayın ocağı satan da, çalan da yakalandı. Sahibi de geldi, teslim alacak birazdan. Paranızı da aldık işte, buyurun. Geçmiş olsun! Seni boşuna üzmüşler! Hakkını helâl et! Bize de o mübarek topraklarda duâ et, ne olursunuz!” dedi, muhabbetle helâlleşerek uğurladı…
Karabasan bir rüyadan uyanmışçasına koşa koşa arabanın yanına geldim. Herkes yüklerini vermiş, eş dost akrabalarıyla kucaklaşıyor, otobüse biniyordu. Mesul olduğum ihtiyarlar bir telaş içindeydi ki sormayın! Neredeyse, “gidemeyeceğiz” diye ağlıyorlardı, haklı olarak. Beni sırılsıklam kan ter içinde karşılarında görünce garibanlar, sevinmek ve ağlamak arasında tercih yapamadı, ikisini de birden yaşadılar, hem ağladı, hem de ağlattılar. Alelacele yükleri kontrol ettim, hacı adaylarımızı yerlerine oturttum. Köylülerimle, kardeşlerimle, gelen tanıdık, tanımadık her kim varsa vedalaştım, yerimi aldım, “Bismillah…” çekerek oturdum.
Şoför ve muavin de bindiler. Otobüsün kapıları kapandı. Millet ana baba günü… Hacılar pencerelerden yarı kalmış son sözlerini söylemeye çalışırken ağlayanların haddi hesabı yoktu... DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp