Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

21/07/2019

“Misafire bir hoş geldin demek yok mu ağam?”

İki kafadar akıncı, ilk defa gördükleri hanın yakınındaydılar yorgun atlarının üzerinde.
 
Bu gecenin derin vaktinde bacalardaki koşuşturmaya handakiler, civar ev ve konaklardakiler de uyanmıştı. Tabii Mahperi de… Onu ancak Canali görebildi. Beyaz sabahlığının içinde tülden bir kelebek gibi ürkek bakıyordu buğulu gözlerle.
                    ***
              BULUŞMA
İki kafadar akıncı, ilk defa gördükleri hanın yakınındaydılar yorgun atlarının üzerinde. Sağda, genç beylerden daha iriyarı olan, muhteşem levent endamıyla Boğa Hasan yükseliyor, solda oldukça yakışıklı, büyük akıncılardan Atmaca Nuri duruyordu. Etrafa dikkatle baktılar.
Bütün tabiat gözleri kamaştıran hoş, sıcak bir aydınlıkta parlıyor, hanın küçük pencere camlarından akseden güneş, onları akıp giden ebedî, nihayetsiz altın kristallere bezeli başka âlemlere götürüyordu. Ağaçların ufak, koyu yeşil yaprakları baharın sevinciyle canlanmış, ılık bir meltemden titriyor; yollara beyaz, pembe çiçekler düşüyordu tutam tutam. Karşı vadiler, dağlar, neftî ormanlar, ak koyun, kızıl inek sürüleri, boy boy konaklar bir serabı, bir periler diyarını andırıyordu. Susuyor, yalnız bakıyorlardı.
Doğan Bey’i arayan gözler, henüz tanıdık bir sima görmemişti.
Allı, morlu çiçekler üzerinde uçuşan rengârenk kelebekler, bal arıları, küçük sinek kümeleri bir konup bir kayboluyordu. İki leylek yakın bir tehlikeden, meçhul bir düşmandan kaçar gibi hızla geçerken, “lak lak” diye gagalarını birbirine vurdu. Akıncılar, aynı anda sesin geldiği tarafa baktılar. Mütemadiyen öten ve nerede oldukları görülmeyen bir sürü kuş havalanıverdi birden. Aniden uçuşan kuşlar ve cıvıltıları, canlı bir ışık yağmuru gibi masmavi semadan yağıyor zannolunuyordu.
Atmaca Nuri, birden elini kalbine götürdü, yavaş bir sesle; “Âh işte tam Ziyaret Dağı günü...” diyerek arkadaşına baktı. O da evet mânâsında başını sallayarak, karşılarında tam bir teslimiyetle duran hanı gösterdi.
Etrafta kimsecikleri göremeyen Boğa Hasan Bey ile Atmaca Nuri atlarından inip onları ayrı ayrı birer ağacın dalına bağladılar. Hiç beklemeden de Kızılhan’ın açık kapısından içeri girdiler. Loş, küf kokan koridordan geçtikten sonra birkaç merdiven çıkıp hancının odasının önüne kadar geldiler. Boğa Hasan Bey, kapalı kapıyı birkaç defa tıklattı. Yeni uykudan uyanmış hancı uyuşuk elleriyle gözlerini ovuşturarak dışarı çıktı:
“Ne var, ne istiyorsunuz sabah sabah?”
“Misafire bir hoş geldin demek yok mu ağam?”
“Tamam, hoş gelmişsiniz, ee?”
“Doğan adında birini arıyoruz da...”
“Ha! Şu delikanlı. Bir üst kata çıkın, sağ dipteki oda. Akşamdan beri hazırlıklar yapıyordu. Bilmem yerinde mi hele bir bakın?”
“Çok teşekkür ederiz ağam.”
Tarif edilen yeri elleriyle koymuş gibi buldular. Atmaca Nuri Bey, tam odanın kapısına elini uzatırken Mahperi açtı. Karşısındakilerin kim olduğunu tahmin etse de tepeden tırnağa büründüğü ihramıyla yüzünü iyice gizleyerek bir gölge gibi sıvıştı. Doğan Bey ve Canali ortalıkta görünmüyordu. Birkaç yol sandığı, ağzına kadar dolu heybeler, çuvallar yan yana dizilmiş, üst üste istif edilmişti.
“Doğan Beyimiz yolculuğa iyice hazırlanmış görünüyor.”
“Bir sefer hazırlığı var ama...”
“Bakalım ne tarafa?” DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp