Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

20/09/2019

Faytondan inerek, hızlı adımlarla yürüdüler...

Süleyman Çelebi, Beyazıt Paşa, Gülşah ve arkadaşları hep birlikte sesin geldiği tarafa döndüler. At arabasından inenler olmuştu.
 
Düşüncelerin belirsizliklere tahammülü hiç yoktu. Hesap mantığıyla her şeyi bir çırpıda çözen Gülşah’ın başına ne geldiyse güzelliğinden gelmişti. Onun için nimet mi, yoksa azap mıydı acaba? Ne olursa olsun o makul bir izahını bulur, kendini toparlayacak bir prensip ortaya çıkarırdı. Yanlışlara ve yanlış yapanlara elinde olmadan kızar, doğruları baş tacı ederdi.
Herkes, aynı olmuyordu nedense. Geleceğe dönük ne bir fikir, ne de hareket yoktu çoğunlukta. Günübirlik çalışıyor, tüketiyorlardı ömürlerini de birikimlerini de. Bunca hâdiselere rağmen Allahü teâlânın yarattığı kullarına sevgisi nihâyetsizdi. Duygu ve düşüncelerin hakikatler karşısında bocaladığını biliyor, yine de olanlar oluyor, hatalar yapılıyordu nedense. Mücadeleyi kızıştıran ve uzatan sebeplerin başında yanlış hesaplar geliyordu. Daha mühimiyse fitne ve fesatlar... İnsanlığın gizli düşmanı, başının belâsıydı.
Atların ritmik ayak seslerine karışan tekerlek gıcırtılarını dinleyerek yol alırken aklına neler gelmiyordu ki Gülşah’ın. Bir ara faytonun penceresinden dışarı baktı. Kıvrım kıvrım toprak yollardan yokuş aşağı inip dar derelerden geçtiler.
“Epey zamandır yol almamıza rağmen hâlâ Bursa’ya gelemediğimize göre demek ki pek çok uzaklara kaçırılmışım...” Hayata dönük fazla yorum yapmadan hep Meryem’e ve Sarıkız’a bakıyordu. Gözleri arkadaşlarında kulakları pederlerindeydi. Sorulanlara kısa cevaplar vererek taşlı, topraklı yolun temiz havasını kokladı bütün benliğiyle ve hasretle.
Karşı taraftan süratle gelen bir fayton görüp yolun kenarına çekilerek durdular. Besili iki yağız atın çektiği bu araç diğerlerinden farklıydı. İhtişamlı bir arabaydı her yönüyle. Kendilerine yol verenlere aldırmadan hızla geçtiler. Rüzgârla savrulan perdelerin aralığından içinde nohudî kaftanı ve iri beyaz kavuğuyla Emir Sultan Hazretleri olduğunu tahmin ettikleri biri, sakin duruyordu. Sonra bir şeyi fark etmişçesine ani bir hareketle atları durduran sürücü, geri dönüp içerdekilerle bir şeyler konuştu. Duran araçtan müşfik bir ses, ruhları okşarcasına yankılandı.
“Beyazıt Paşam!”
Süleyman Çelebi, Beyazıt Paşa, Gülşah ve arkadaşları hep birlikte sesin geldiği tarafa döndüler. At arabasından inenler olmuştu. Kaytan bıyıklı, kumral bir genç gülerek geliyordu. Kim olduğunu sormaya fırsat bulmadan Süleyman Çelebi’nin ve Beyazıt Paşa’nın ellerinden öptü saygıyla boynunu büktü.
“Efendim Emir Sultan Hazretleri fazla bekleyemedi. Israrı üzerine getirdim.”
Emir Sultan ismini duyunca her ikisi de hareketlendi. Faytondan inerek gencin işaret ettiği istikamette hızlı adımlarla yürüdüler.
İki arkadaşıyla baş başa kalan Gülşah, hâlâ kurtulduğuna şaşıyor, bir rüya olacağından korkuyordu. Pek tutarsızdı. Hayretten aptallaşmıştı sanki. İleride duran at arabasının arka penceresinden gördüğü kadarıyla, birkaç iyi giyimli saraylı olduklarını tahmin ettiği zevât oturuyordu. Gelen gencin edeple hizmet edişine gözleri takıldı. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp