Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

18/07/2019

“Doğan Bey, bir şey yapamayacak mıydı?"

Kendisinden çok şeyler öğrendiği Doğan Bey’e hayranlığı gün geçtikçe artıyordu.

 
Hâdiseler öyle peş peşe gelişmişti ki… Tecrübesizliği, yaşadığı ezik hayatı… Zayıf omuzlarına binen bu ağır yükü nasıl kaldıracağını tam bilememenin çaresizliği içindeydi Canali. Neylersin ki gönül bu! Sustan-durdan anlamıyordu ki! Peki bundan sonra ne yapacaktı?
Bu kış hep beraber olduğu, kendisinden çok şeyler öğrendiği Doğan Bey’e hayranlığı gün geçtikçe artıyordu. Ondan duyduklarını, öğrendiklerini harfiyen uygulayan kişiliği ile herkes ona; “iyice olgunlaştı” dese de o henüz çok tecrübesizdi. Umumiyetle başkalarına karşı nazik ve şen görünüyordu. Kavga dövüş sevmezdi. İnsanların birbirini yiyip bitirdiği harplere tamamen karşıydı. İşte zihni onlarca çözüm bekleyen meselelerle uğraşırken gecenin bu vaktinde o, hiçbir mekâna sığmayan taşkın ruhunu biraz ferahlandırmak için dışarı atmıştı. Kaç gündür işittikleri ve gördüklerinin etkisinde tedirgin, son derece de rahatsızdı. Çünkü büyük bir muharebenin ciddi işaretlerine, gözüyle şahit olmuştu. Timur Han’ın öncü birlikleri Erzurum, Erzincan, Sivas gibi mühim yerleri almış, Yıldırım Han ve Timur arasında hiç telafi olamayacak birbirini kıran, inciten ağır ithamların ve küfürlerin olduğu mektuplaşmalar, işi çığırından çıkarmıştı. İki cihan padişahı maalesef karşı karşıya gelmek üzereydi. Müslümanlara hizmet ettiğine inandığı Timur Han’ın önceden önem vermediği hatta bazen çok tabii bulduğu hareketleri, din ve devlet için söyledikleri, dağa taşa sığmayan askerleri, sayısız filleri ile, bir ferdi olduğu için iftihar ettiği Osmanlı ecdadı ve akrabalarının birbirini ortadan kaldırmak için mücadele edeceğini düşündükçe çılgına dönüyordu.
“Doğan Bey, bir şey yapamayacak mıydı? Daha ne duruyordu?” Ona göre durulacak vakit değildi.
Daima fazilete, insaniyete hizmet ettiğini bildiği bu asil iki devlet, beş on hasetçinin fitne fesadı yüzünden bir baştan bir başa İslâm âlemini kana boyamaya, masum, insanları öldürmeye, kalanları da kendi gibi esir edip hayatlarını mahvetmeye, ruhlarını zapt etmeye hazırlanmaktaydı bütün kuvvetleriyle.
Daha sonra Hurufîler ve entrikaları aklına geldi. Mecusîleri ve Şamanları, Hıristiyan ve Yahudileri, hatta Putperestleri, Hindu ve Budistleri düşündü. Ona göre Müslümanların dışındakilerin hepsi de aynıydı. Canali, yıllarca ruhunu zapt eden bu fitnebaz toplumun, naçiz bir kulu, hizmetçisi olduğundan kahrolmaktaydı. Düne gelinceye kadar bile Türk’üm, Osmanlı’yım demeye korktuğunu, sıkıldığını ve bu memlekette kendisi gibi tarihinin büyüklüğünü, mâzisinin şerefini, dedelerinin şanını bilmeyen, inkâr eden, köklerinden uzak ve hatta utanan ne kadar bozuk fikirli densizler olduğunu düşünerek yürüdü. Kaldığı kulübe gibi odasına gitmeyecekti şimdilik. Şuursuz bir şekilde Mahperi’nin bahçesinin önüne kadar geldi. Kapıyı zorlamaya çalışırken “Ben ne yapıyorum böyle? Görseler ne derler?” diyerek geri döndü süratle. Kaybettiği aklı başına gelmişti galiba. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp