Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

17/03/2019

"Dava, insanı kurtarmak ve yaşatmaktır yiğidim!"

"Onlar cibilliyetlerinin gereğini yapıyor. Biz de bize yakışanı ve dahi üzerimize düşeni yapacağız."
 
Mübarek hocası Emir Sultan Hazretlerinin müşfik sesi kulaklarında tatlı bir meltem gibi yankılanıyordu. “Dava, insanı öldürmek değil, insanı kurtarmaktır, Doğan evladım. İnsanı kurtarmak ve yaşatmaktır yiğidim!.. İnsanı kurtarmak ve iki cihan saadetine kavuşmasına vesile olmaktır. Başka bir maksat, farklı bir dava da yoktur! Olamaz! Olsa da ona dava denmez yiğidim.”
- Onlar cibilliyetlerinin gereğini yapıyor. Biz de bize yakışanı ve dahi üzerimize düşeni yapacağız. İnandığımız hak yoldan geri dönmeyeceğiz, asla!.. diye kendi kendine söylenerek yürüdü…
Erkara, asıl şimdi ölmüştü. Ezildi, büzüldü, küçüldü, eridi, eridi. Olduğu yere yığılıp kaldı...
Geçen o kadar senenin, yaptıkları zulüm ve işkencelerin hatıraları korkunç bir kâbus gibi üzerine çökmüştü Erkara’nın. Unutmuyor, unutamıyordu bir türlü. Hayat mücadelesi verdiği ininde öldürdüğü yaşlı büyücü Lolo’nun bakışları, hiç gözünün önünden gitmiyor, çığlıkları kulaklarını tırmalıyordu. Nice mazlumların yediği hakkını, bir asılsız ihtiras yüzünden, masum milletine ihanet etmeye gelen insanları, saraya çıkarmasını, Ulucami-i şerif kürsüsünden mümtaz halkının yüzüne karşı en sevdiği Peygamberlerine, ağza alınamayacak lakırdılar etmelerine destek olmasını, iffetli, hanımefendi, Beyazıd Paşa’nın biricik kerimesi Gülşah için düşündüklerini hafızasından silip atamıyordu.
Kapkaranlık bir hayal gece, gündüz ruhunu takip ediyor; “Sen, Türk milletinin mahvolmasına önayak oldun!.. Sen pis şehvetin ve nefsinin istekleri doğrultusunda nice yuvaları dağıttın. Sen şanlı ecdadına düşman olanlara dost, dost olanlara düşman oldun! Sen!.. Sen!..” diyor; gözünün önünde Yıldırım Beyazıd Han’ın çatılmış kaşlarını, kulaklarında kükreyen sesini duyar gibi oluyordu. Hele Doğan Bey için düşündüklerini, yaptıklarını, kurduğu tuzak ve öldüresiye fırlattığı okunu hatırladıkça insanlığından nefret ediyor, ter üstüne ter döküyordu.
Keşke, Kâbus’un Osmanlı akıncıları için kurdurduğu çengellerden birinde kendisi asılsaydı. Kazıklardan birine kendisi çakılsaydı yine azdı. “Vicdanımı yakıp kavuran bu azap, hiçbir şekilde dinmeyecek. Doğan Bey de affederek bu işkenceyi kuvvetlendirmek ve ölünceye kadar çekmeme sebep mi olmak istemişti yoksa?” dedi içinden. Fakat onun tertemiz dünyasının böyle düşünmesine fırsat vermeyeceğini çok iyi de biliyordu. O, şimdiye kadar hiç yanlış, malayani, lüzumsuz bir şeyler yapmamıştı ki bundan sonra yapsaydı. Samimiyeti, doğruluğu, içi, dışı bir, adam gibi adam olduğu hâl ve hareketlerinden apaçık belli olmuyor muydu?
“Ah, evet vicdanımdaki yakıcı azap sönmeyecek hiçbir zaman. Asil milletime yaptığım ihaneti, zulmü hiç, ama hiç unutmayacağım. Bu acı, bu ızdırap yattığım yerde de beni, inim inim kıvrandıracak, yakıp kavuracak. Tek ümidim Yüce Rabbim. Kullarından bile Doğan Bey gibi affediciler olduğuna göre, merhametliler merhametlisi Allahü teâlânın rahmet ve mağfiretine sığınıyorum” diyerek Aşır ve Palabıyık’a döndü. İç dünyasındaki fırtınaları anlattı ve fikirlerini sordu.
-Bu fırsat son şansımız arkadaşlar. Ne dersiniz?
-Ben de öyle düşünüyorum beyim, dedi Palabıyık. Aşır, boynu bükük kolundaki sargıyla oynuyordu. Bir şeyler demesi gerekiyordu. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp