Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

15/07/2019

“Ulu Sultanım ne emir buyurursa başım üzere”

“Mektubunu okuduğum Mahperi kızımızı bu civana vermek isterim… Bir mâni var mı?”
 
Genç, hâfız, ancak on sekiz yaşında vardı. Şiltenin yumuşaklığı ona müstesna bir rehavet veriyor, ince takkesinin altında nihayetsiz bir zevk ile hafiften başını ve vücudunu ileri geri hareket ettirerek okuyordu. Dizleri üzerinde önündeki sedef kakmalı rahlenin iki yanından tutarak daha yakına çekti. Gülüyormuş gibi duran utancından pembeleşmiş yüzünün ortasında dolgun, dik burnu, yeni terlemiş ince seyrek siyah bıyıkların altındaki ağzı daha küçük görünüyordu. Tuttuğu siyah yün poturunun üzerinde kavruk, tüysüz, elleri âsi bir isyancı gibi fırlayan dizlerine dayanıyor, kabaran nefsini zapturapt altına alıyordu sanki. Gür siyah saçları, hüzünlü çehresine daha bir sevimlilik veriyordu. Sağlıklı bedeni ve düzgün yüzü tarifsiz bir elem içindeydi.
Neden sonra Büyük Hakan “sadakallahül azîm” diyerek hâfızı susturdu. Oradakiler de gayriihtiyari daldıkları âlemden uyanıp sultandan tarafa döndüler…
 
Timur Han, biraz konuşmak istiyordu. Canali’ye sordu:
“Okuduğunun mânâsını biliyor musun evlâdım?”
“Evet efendim. Hazret-i Yusuf aleyhisselâmın hayatı anlatılıyor.”
“Maşallah… Maşallah…”
“!!!”
“Kiminle geldin?”
“Rüstem Efendi’mizle Sultan’ım…”
“Çok beğendim seni delikanlı…”
“Estağfirullah Efendimiz…”
“Rüstem Bey’im beri gel bakalım…”
“Peki Efendimiz…” diyerek yaşından umulmadık bir çeviklikle ileri atıldı. Sultan’ın oturduğu kaz tüyü şiltenin yanı başına giderek başı bükük, elleri önde edeple bekledi.
“İyi ki getirmişsin bu civanı… Bu kadar güzel okuduğundan hiç bahsetmemiştin...”
“Devletlû Hakanımız bilmem. Fazla övmekten hayâ ederim.”
“Çok memnun oldum. Ne gamım kaldı, ne de kederim…”
“!!!”
Ulu Hakan daha fazla bir şey söylemedi tekrar daldı. Karşısındaki, senelerce evvel ölen torununu hatırlatıyordu ona. Bu güzel sesli hâfıza bakıyordu gözlerini kırpmadan. Önünde edeple duran genç vücut işte hayatının tam baharındaydı. Arkasındaki, şu pencerenin dışarısındaki şen şakrak ve mis kokulu bahara niçin bu kadar yabancı duruyordu? Kendisini üzen, inciten şeylere aldırmadan ilk defa dinlediği hâfızla alâkadar oldu. Neden sonra Rüstem Efendi’nin kulağına eğilir gibi yaparak;
“Mektubunu okuduğum Mahperi kızımızı bu civana vermek isterim… Bir mâni var mı?”
“Hünkârımız’ın emri başımız üstüne…”
“Kızımız da isterse tabii. Haydi mübarek olsun.”
“Mübarek olsun efendim.”
Timur Han, dışarıdan esen rüzgârın sesine kulak verdi, daldı.
Mukavemet olunmaz, karşı konulmaz bir gençlik arzusu veren, ateşli bir aşığın busesi kadar nefsini tahrik eden bu rüzgâr, niçin onun sıkıntılarını gidermiyor, meçhul matemlerini örtmüyor, dudaklarında biraz tebessüm, gözlerinde biraz şule uyandırmıyordu?
Tekrar sordu Timur Han:
“Söyle yavrum, sen ne diyorsun bu işe?” Genç hâfız Canali, büyük kara gözlerini açtı. Kitabı rahleden kalbine kadar kaldırdı. Nazik bir şive ile;
“Ulu Sultanım ne emir buyurursa başım üzere.” DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp