Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

14/11/2019

Küçük Numan, o gün oldukça keyifli çıkmıştı evinden...

                                                  -  1 -
Böyle sevimli bir mekân görüp kuzucuklarını hiç götürmemezlik eder miydi Numancık?
 
 
1352-1429 tarihleri arasında yaşamış, Anadolu’muzun merkezi sayılabilecek başşehrimiz; ANKARA’NIN ZÜLFADL (şimdiki ismi SOLFASOL) köyünde doğup büyümüş, büyük âlim HACI BAYRAM-I VELİ hazretlerinin hayatından istifade ederek onun romanını yazmakla şereflendik elhamdülillah... Başta Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin manevi feyiz ve bereketinden istifade edebilmek niyetiyle ve yine ona sığınarak, hata ve kusurlarımızın mazur görüleceğinin ümidiyle romanımı okuyucularımın istifadesine takdim ediyor, dualarınızı istirham ediyorum. (R. K.)
                       ***
Uyan artık gafletten; aç gözünü!
Oku, öğren eğrisini, düzünü!
Nefisinden kaç, Hakk’a çevir yüzünü!
Bin düşün, bir kere söyle sözünü…


                 HAYATIN MANASI
Oldukça keyifli çıktı küçük Numan evinden; neşe dolu, kuzucukları önünde tepelere tırmanmaya başladı. Çok geçmeden, yabani elma, armut ağaçlarının olduğu düzlüğe vardı. Baharla birlikte iyice canlanmış bu eşsiz tabiat köşesi; her bakımdan içini ferahlandırıyordu. Yağmurda ıslanmamak, güneşte fazla yanmamak için bütün köylülerin altına sığındığı ağaçlar sayılmayacak kadar çoktu…
Sincaplar dallara tırmanıyor, kelebekler, arılar çiçeklere konuyor, çimenlerde tavşanlar, gelincikler koşuşuyordu. Böyle sevimli bir mekân görüp kuzucuklarını hiç götürmemezlik eder miydi Numancık?
Koyu kurşuni yağmur yüklü bulutlardan dar bir yol bulup yeryüzünün göğsüne parlak bir kılıç misali saplanacakmış gibi güneş ışıkları; meyve ağaçlarının zümrüt yaprakları arasından nazlı nazlı süzülüyordu. Asırlık kalın, ince, sayısız ağaç kökleri; kıvrım kıvrım urgan gibi uçurum kenarlarından dereye kadar uzanıyor… Belli ki suya ulaşma gayretindeler. Yosun bağlamış irili ufaklı kayalıklarda köy çocukları ellerine kına yakıyor… Envaiçeşit çiçeklerin bezediği sulak düzlükler, yeşil kadifeden halı gibi uzayıp gidiyor… Ilık bir rüzgâr; hoş serinlik üfürüyor ufaktan ufaktan. Masal âlemindeymiş gibi bir su şırıltısı... Yer yer şelâlecikler; mavi ayna misali gölcükler oluşturmuş… Kara balık görünümlü kurbağa yavruları, sarı kanatlı su kuşları, kırlangıçlar, çil sığırcıklar konup konup kalkıyor, uzaktan yakından bülbül sesleri, bir turnanın nazlı nazlı süzülüşü, leyleklerin gökyüzündeki birbiri ardınca dönüşleri… Numan’ı kendinden geçiren bu harikulâde canlılık; sıradan, boşu boşuna yaratılmış şeyler değildi. İnsan gördüklerine, olup bitenlere şöyle bir eğilip kulak verse, incelese, düşünse; çok şeylere vâkıf olurdu elbette…
Fokur fokur kaynayan gözeler, etrafındaki tereler, tütüyeler, taşların arasından, köklerin dibinden daha kuvvetle fışkıran sarı mayıs çiçekleri, menderesler çizerek akıp giden billur gibi soğuk sular; insana keyif veriyor, mest ediyordu. Oralarda gezmek, kuzu otlatmak, yorulunca oturup istirahat etmek, en hoş olanı da hayal kurmak ne güzeldi. Her taraftan hârikulâde, insanı mest eden sesler geliyor; kuşlar çığlık çığlığa, koyunlar kuzularına kavuşma arzusuyla ortalığı inletiyor... DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp