Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

14/09/2020

Nene, sevinçle uyanmıştı bu ılık bahar sabahı...

RAGIP KARADAYI’NIN YENİ ROMANI -1-
 
Bir kar çiçeği
NENE HATUN
 
***************
 
Evin toprak damına çıktı. Yeşilden halı gibi ot kaplamıştı her yanı...
 
Bahar sabahları güneş doğarken Erzurum, Hasankale, Çeperli ne kadar da güzelleşirdi. Sanki körükte kızdırılmış nar bir tepsi, başı dumanlı mor dağların üstünden yavaş yavaş yükselmeğe başlar; kocaman bir mücevher parçası hâlinde ufuktan mavi kubbeye doğru kırmızıdan açık sarıya, misli görülmemiş bir renk ve ışık hüzmesi olarak salınır ve bütün gün, derme çatma toprak evlerin damına, uçsuz bucaksız çayırların, henüz başağa durmuş tarlaların, tomurcuk yumağı bahçelerin, bostanların üzerine üzerine yağardı… Sımsıcak altın hüzmelerini yağdırdıkça etraf daha bir güzelleşir, şenlenirdi…
Kış boyunca yattığı derin uykusundan uyanmanın tatlı sevinciyle çıplak araziler, çam, kavak, söğüt ve meyve ağaçları birdenbire en hoş desenlerle bezenir, silkinip doğrulurdu yeniden. Her biri yıkık, harabe, terk edilmiş yuvaları hatırlatan o derme çatma evler, akikten bi­rer masal köşküne dönüşür, ıssız sokaklar, bayram sabahıymış gibi şenlenirdi birden. Mütevazı köyler, mahzun mahalleler birden yanardöner hâlelerle süslenip şahlanırdı tek tek. Kuşburnu çalıları, tavşan gagaları, serilip serpilen gölgeleriyle insana asırlık meşeler gibi heybetli görünürdü. Çepeçevre zümrüt çayırlar, tepeler, öbek öbek mavi çiğdemlerle, sarı mayıs çiçekleriyle, beyaz zambaklarla, allı morlu lâle ve sümbüllerle desen desen, nakış gibi süslenirdi...
         ***
Nene, sevinçle uyanmıştı bu ılık bahar sabahı. Nedense içinden öyle geldi; şöyle bir ilk ışıklarla birlikte esen temiz havayı solumak, ciğerlerine çekmek istiyordu doya doya. Evin toprak damına çıktı. Yeşilden halı gibi ot kaplamıştı her yanı. Yüzünü çevirdiği taraftan, ışıl ışıl kızıl güneş; ilk huzmelerini, altından oklar gibi cömertçe uzatıvermişti kendine doğru. Hafiften bir sabah rüzgârı, yüzünü yalayarak içini ferahlatıyordu. Yer yer tepeleri boyayan kızıllık, bir baştan bir başa ufuk hattı boyunca uzayıp gidiyordu. Bu ateş rengi; sanki koyu yeşil deryasıyla, çivit mavisi semayı, birbirinden ayırmak için araya girmiş gibiydi.
Gittikçe büyüyen ışıklar; âdeta çimenlerde oynaşan kuzucuklarla, börtü böcekle yarışıyordu. Yüzlerce, binlerce kuş, o güzelim ötüşleriyle yeri, göğü çınlatıyordu. Salkım saçak dallarda serçeler; sığırcık, karga, daha isimleri bilinmeyen kuşlar, durmaksızın her canlı mahlukata; “uyanın, yeter uyudunuz” der gibiydi. Kim bilir belki de bu canhıraş çırpınışlarıyla, sabahı başlatan güneşe bir selâm gönderiyor, Yaradan’a şükür okuyorlardı da anlayan yoktu…
Işıkla birlikte çimenlerin yaprak uçlarından tutunan böcekler, çiçekten çiçeğe yarışa başlayan arılar, kelebekler, duvar diplerinin kırmızı tohumları gibi serpiştirilmiş ‘uçuç’lar, çalışmanın, azmin sembolü karıncalar, işe çoktan başlamışlardı bile. Evlerin damları, ağaçların tepeleri, dağların yamaçları gittikçe büyüyerek kızarıyor, yanıp tutuşmuş gibi görünüyordu. Bu topyekûn hareket, kalpleri olduğu gibi tabiatta ne varsa, hepten uyandırmıştı.
Her şeyiyle, her yönü ve bütün canlılığıyla gün çoktan başlamıştı... DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp