Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

12/08/2019

​Matlube Ana’nın gözü kimseyi görmüyordu!

Bursa kaç gündür ilân edilmemiş bir yas içindeydi âdeta... Yediden yetmişine herkes üzgün, tedirgin ve şaşkındı.
 
Bütün sorumluluğu üzerine alan Yıldırım Han, patlayacak volkan gibiydi. Fevkalâde kederli olarak oturduğu tahtında doğruldu, kalktı. Pencereye yaklaştı. Ziyaret Dağı’na doğru epey baktı. Sivri zirvesindeki kirli bakır rengi bulutlar, yanardağ külleri gibi gittikçe büyüyor, her tarafı kaplıyordu. Kırlangıçlar, havaya boşaltılmış bir çuval canlı kömür parçaları gibi karmakarışık kaçışıyor, derin sükûtu bozan keskin sesleri, hüznünü ve kalbindeki ağrıyı giderek artıyordu.
“Sonumuzu hayreyle Allah’ım...” dedi. Sağ elini kalbinin üzerine götürdü. Ruhu o kadar sıkılıyordu ki... Bir eli arkasında, başı önüne eğik, bastığı maun zemine görmez bir dikkatle bakarak yavaş yavaş yürüdü. Derin bir kuyunun karanlığını andıran merdivenin geniş basamaklarından inerek gözden kayboldu Padişah...
            ***
Bursa kaç gündür ilân edilmemiş bir yas içindeydi âdeta... Yediden yetmişine herkes üzgün, tedirgin ve şaşkındı. Sanki kolları kanatları kırılmış, heyecanları, neşeleri ise hepten kalmamıştı. Ağızlarını bıçak açmıyordu. Çok badireler atlatmış; göçler, baskınlar yaşamış, yiğitlerinin gidip de dönmediği nice muharebeler görmüş geçirmiş bu güzide insanlar, canı gibi sevdikleri Doğan Bey’lerinin sevgili refikası Gülşah Hanım’ın güpegündüz, hem de en neşeli günlerinde kaçırılmış veya öldürülmüş olmasına dayanamayıp ağlıyordu sessizce. Herkes kendini suçluyor, bir tuzağa düşürülmüş, aldatılmış olduklarına hayıflanıyordu.
Uludağ’ın zirvelerinden tâ ovaya kadar yayılan sis, kara bir şal gibi bütün şehri kaplamıştı. Bursa’da olup bitenleri gizleyip matem tutuyor gibiydi sanki…
Ulucami-i şerife çıkan yolun başındaki Ak Konak’ın kapıları devamlı açıktı. Gidenlerin gelenlerin haddi hesabı yoktu. Sabır abidesi Matlube Ana’nın gözü kimsecikleri görmüyor, nasihat ve telkinlerini işitmiyordu. O, ayarlanmış bir düzenek gibi gelenlere; “hoş geldin”, gidenlere “uğurlar ola” demenin dışında zikir çeker gibi “Doğan’ım, Gülşah’ım” deyip sicim gibi yaşlar akıtıyor, “biraz sabır!” dileyenlere; “Elimde değil, iradem dışında… Gözlerime, yürekceğizime de sözüm geçmiyor…” diyordu, acıyla titreyerek. Küçük bahçesinin her bir köşesine özene bezene diktiği fidelere bakmıyor, keyifli olduğunda yaptığı gibi kocasına şiirler okumuyor, mahalle çocuklarına; “namaz surelerini ve elifbayı” da öğretemiyordu artık.
Sıkıntısından epey dışarılarda dolaşan Süleyman Çelebi, uzaktan evini görünce içli bir “Ah!” çekerek durdu. Yer yer kabukları soyulmuş, açık pembe tomurcuklu dalları, mavi gökyüzüne yükselen meyve ağaçlarının arkasına gizlenmiş kireç badanalı şirin ev eskisi gibi sevimli gelmiyordu:
“Sanki viran olmuş evceğizim!”
Muhteşem şehrin en güzide köşesinde yıkık bir abideymiş gibi duruyordu. Ne kadar mevkiinde olsa da şu hâliyle bir zindandan farksızdı onun için. Oysa bu taş duvarlar dile gelseydi neler neler anlatacaklardı kim bilir?
“Mutlu günler, huzur dolu aylar, seneler nerede kaldınız?” diye sayıklar gibi inledi!.. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp