Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

11/06/2019

"Donmak üzereyken bulunmuş o günden beri de hastaymış!”

Uzaklardan arkadaşının sesini duyan Dağtartan nefes nefese çıkageldi.
 
Kar ve tipi, bütün işaret olabilecek izleri kısa zamanda silip süpürüyordu. Zorlaştırmak için hususi bir gayret içindeydi sanki. Eski konak yerindeki yalnızlığa direnen çadıra uğradılar. Her yanı titizlikle incelerken Doğan Bey’in buraya girip çıktığına kanaat getirdiler. Tahmin ettikleri yolu takip ederek Hoşab köyüne vardılar.
Serçetutan, üstü kapalı kızağın örtüsünü aralayarak etrafa baktı. Kendini takip eden Dağtartan ve Seyrekbasan arkadaşlarını göremeyince en yakınında üşümüş ellerini üfleyerek ısıtmaya çalışan han bekçisine seslendi:
“Hey Bekçi!”
“!!!”
“Sana diyorum, daha durmayacak mıyız?”
Karşılık vermedi. Herkes gibi o da önüne bakıyordu; lapa lapa kar yağıyordu hâlâ.
Uzaklardan arkadaşının sesini duyan Dağtartan nefes nefese çıkageldi. Üzgün görünüyordu. Serçetutan; “Bir haber var mı?” mânâsında kızgın bakışlarını olanca gücüyle üzerine çevirmişti.
“Bizim Delikanlı câminin avlusunda donacak vaziyette ve bitkin olarak bulunmuş. O günden beri de hastaymış!”
“Eeee!”
“Aşırı soğuktan ayakları duyarlılığını kaybetmiş! Sızılarını bile hissetmiyor, ter üzerine ter döküyordu ben gördüğümde.”
“Bulundu ya!” diyen Serçetutan derin bir; “Oh!” çekti. Belli belirsiz rahatlama karışımı bir telâşla;
“Beni oraya, yanına götürün!” diyerek kızaktan atladı.
Câminin bitişiğindeki küçük bir odada yatıyordu Doğan Bey. Yanan ocağın gür alevlerine karşı üşüyen ellerini tutarak ısınmaya çalışan birkaç köylü de “Âh! Vâh!” ederek acıyor, fazla da bir şey yapamıyordu. Daha iri, pala bıyıklı olan diğerine;
“Hoca Efendinin ifadesine göre: Bu delikanlı gönül ehli birine benziyormuş. Donmaktan son anda kurtarılmış. Buna rağmen namazını vaktinde kılmaktan başka bir şey düşünmüyormuş.”
“Paranın ve imanın kimde olduğunu Allahü teâlâdan başkası bilemez Ârif Ağam. Neden öyle şaşırıyorsun ki?”
“Yook!”
“Ee...”
“Şaşırmam, çok genç, yiğit bir pehlivanın hele garip bir yolcunun hâl ehli olmasınadır!”
“Öyle deme Ağam!”
“Kızılhan’a gitmek istemiş, ata binememiş.”
“Artık hiç binemez mi dersin?”
“Zarurî ihtiyaçlarında bile zorlanıyormuş. Nasıl becerecek bilemem?” diye sohbet ederlerken dışarıdan gelen patırtılardan dolayı susup o tarafa baktılar. Serçetutan, Dağtartan ve Seyrekbasan’ı bir arada görünce pek de sevinmediler. Birbirlerine bakınarak gerisin geri çıkıp kaşla göz arasında kayboldular.
Üzerindeki karı silkeleyip başını eğerek içeri giren Serçetutan, loş gölgeler içinde, koca başlığı ve uzun boyuyla uysal bir dev gibi elleri önünde bağlı, gözleri yerde, yavaş yavaş Doğan Bey’in yattığı sedire yaklaştı. Oradakiler açılarak yol veriyor, arkasından diğer arkadaşları da geliyordu. Odanın sıcaklığında eriyen karlar kalpağından aşağı süzülüp solgun yüzüne, kızıl sakalına akıyordu.
Başını kaldırmadan göz ucuyla sedire uzanmış Osmanlı’ya baktı. Ortasından kara, kıvrımlı bir tutam saçın sarktığı geniş parlak alnı boncuk boncuk terlemişti. Tıraşsız yanakları, irice düzgün burnu uzun zaman ayazda kalmanın tesiriyle pembeleşmişti. Adaleli kollarını, kaslı bedenini örten yün yorganın altında gizlenmiş masum bir çocuk gibi uyuyordu. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp