Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

10/08/2019

"Ne yapsan ne etsen iş olacağına varıyor"

“Çobansız nasıl sürü olmazsa, âdil padişahsız halk da olmuyor, olamaz da ağam!”
 
Temiz, mis gibi havayı derin derin ciğerlerine solumasından mı, dur durak bilmeden esen rüzgârın tesiriyle mi ne gözleri de hâfızası da geri gelmiş, açılmıştı sanki. Bir müddet sonra çevresini oldukça net, bir o kadar da parlak görmeye başladı. Olayları, rüyaları, daha sıhhatli yorumlayabiliyordu şimdi.
Aklı erdiği günlerden itibaren yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı acısı ve tatlısıyla. Dünyanın nizamını, intizamını bozmak isteyenler vardı muhakkak. Bazı kimseler her nedense hak, hukuk tanımıyor, sahip olduklarına razı olmuyordu bir türlü. Kargaşanın asıl sebebi de buydu. Âdil, güçlü hükümdarlar zamanında halkın rahat ettiğine; zalim, beceriksiz idareciler yüzünden de dünyanın cehenneme çevrildiğine tarih çok şahit olmuştu.
“Ben de mazlumların kanı yerde kalmasın diye biricik Gülşah’ımı ve canımın bir parçasını, bütün sevdiklerimi bırakarak kefenimi alıp yollara düştüm elhamdülillah! Birilerinin fedakârlığı olmadan çoluk çocuklarımız rahat yaşayabilirler miydi hiç?”
Başsız, eğitimsiz, cahil insanlar canavardan beterdi. Biraz fırsat bulsalar, hepsi de son derece arsız, yüzsüz, hırsız, tembel, ön ve yol kesici oluyordu ona göre. Yine insana insanca imkânlar hazırlanır, din ve fen ilimleri öğretilir, bilinirse ve dostça davranışlar başlarsa o tehlikeli mahlûklar miskinliği, pineklemeyi bırakıp verimli olur, üretir, âdilâne paylaşır ve ömürlerini huzurla tamamlayabilirlerdi. Hayat da mutluluk da bundan başka bir şey değildi zaten…
“Yiğidim, ne dalıp gitmişsin öyle erken erken?”
“!!!”
“Hey! Doğan Bey sana diyorum!..” Sesin geldiği tarafa baktı gözlerini ovuşturarak.
“Üşüyeceksin! Böyle uzun zaman sabah rüzgârında kalınmayacağını biliyorsun!”
“Şey!”
“Ney?”
“Düşünüyordum kendi kendime…”
“Maşallah güçlüsün, kuvvetlisin. Taşı sıksan suyunu çıkarırsın yiğidim... Üstelik sevdiklerine doğru yola çıkmaya hazırlanıyorsun. Allahü teâlâ kaza ve musibetlerden hıfzu himaye eylesin. Keyfine bak. Daha ne düşünüyorsun?”
“Benim derdim farklı ve de…”
“Ve de… ne demek?” diye sorup hayretle yüzüne bakınca. Doğan Bey açıklama ihtiyacı duydu.
“Çobansız nasıl sürü olmazsa, âdil padişahsız halk da olmuyor, olamaz da ağam!”
“Doğru dersin de lâkin sen yine de içeri gir. Üzerine bir şeyler al. Çorba içmeye bekliyorum. Sofra hazır” deyip mutfağa doğru yürüdü.
Sıkıntıların verdiği hararetten yanan bedenini bir şeyle örtmek, kafasındaki kâbusun bitmez tükenmez hâkimiyetiyle içeri girip hancının lafı yerde kalmasın diye üzerine pelerinini aldı. Uzun yay kaşlarını yukarı kaldırarak endişeli zamanlarda yaptığı gibi kara bıyıklarının ucuyla oynadı dumanlaşan Gülşah’ın hayaline dalarak:
“Evet, ne yapsan ne etsen de iş olacağa varıyor vesselâm…” diyordu odasından çıkarken Doğan Bey. Atlarının bağlandığı ahırların önünden geçti. Koca han sabah mahmurluğundan hâlâ uyanmamıştı. Herkes mışıl mışıl uyuyordu. İçinden;
“Timur Han’ın otağında şahit olduklarımı Devletlû Sultan’ımıza ulaştırana ve dahi anlatana kadar başıma bir musibet gelmez inşallah!..” dedi. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp