Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

10/06/2019

“Doğan Bey kendisini aşağıya atmış olmalı!”

“Yabancı biri! Kimdir, neyin nesidir? Bilen yok! Niye üzülecekmişim ki?"
 
Canali, ne yapıp etmiş, tâ ilk günden beri arama faaliyetlerine gönüllü olarak katılmayı becermişti... Her defasında kılavuzlarla birlikte Serçetutan ve adamlarından bir konak ileri gidiyor, yolları düzeltiyor, bulabildiği ipuçlarını büyüklerine getiriyordu. Bu onun aslî vazifesi, gönüllü yaptığı işiydi.
“Mühim olan, başına bir iş gelmeden Doğan Bey’e erken yetişmek...” diye düşünüyor, çok hızlı davranmak icap ettiğine inanıyordu. Kar da tipi de dinmemişti hâlâ. Erken kalkmış, bir ören yerinde bulduğu eski paslı kılıcını kemerine takmış, yemek torbasını omuzuna, kalın kuzu yününden börkünü başına geçirmiş, soğuğa ve uzun yola karşı elinden geldiğince tedbir almayı ihmal etmemişti. Yiyecek ve giyeceklerini de yedeklemişti.
Yıpranmış bedenine aldırmadan, kocaman yüreğiyle yürüdü. Beline kadar saplandığı karları yara yara uçurumun kenarına kadar geldi. Aşağısı baş döndürecek kadar derindi. Yeni geçmiş bir kâbus gecesinden kalma korkunç rüyaları andıran parça parça sisler, birbirine karışmış çamlarla kayaları örtüyordu.
Yanına yaklaşan kambur kılavuz:
“Doğan Bey onun bunun eline düşmemek için buradan kendisini aşağıya atmış olmalı...” dedi. Canali hiddetini gizleyerek karşı çıktı.
“Hâşâ! Tövbe! O Allah’tan korkardı. Dini bütündü…”
“Ne zamandır arıyoruz yok ortalıkta! Ee, uçmadı ya!”
“Kanatlanmadı ama düştüğüne, öldüğüne dair bir işaret de yok!”
İhtiyar, Canali’nin bu hâdiseye pek üzüldüğünü sezmişti. Onu biraz daha deşmek için saçma sapan sorularla zorluyor, köşeye sıkıştırıyordu. Gülerek laf attı:
“Çok şey biliyorsun sen de!”
“!!!”
İri elâ gözlerini kırptı. Delillerinden emin olan sade insanlara ait saf bir inançla:
“Ne bilmeyeceğim, sır değil ki.”
“Üzülüyorsun da!”
“Buraların garibi olmasaydı hiç üzülmezdim. Mutlaka bir yol bulurdu.”
“Yabancı biri! Kimdir, neyin nesidir? Bilen yok! Niye üzülecekmişim ki?"
“Her insan bir olmaz! Sen hissiz, duyarsız olabilirsin tabii!”
“Bak bana laf atıyorsun! Gözün kararmış! Ne söylediğini bilmiyorsun!”
“!!!”
Canali, daha fazla ileri gitmedi. Hayatında hiç yapmadığını yapmıştı. Edep sınırlarını çoktan aşmış, köle olduğunu hepten unutmuştu. Elinde değildi. O adama yan gözle bakanların vay hâlineydi.
Sanki beyaz bir afetti, tufandı. Gök delinmiş gibi aralıksız kar yağıyor ve bütün han çalışanları vadide sis, tipi ve borana aldırmadan ilerliyordu. Sema parçalanmış çökmüştü âdeta. Karanlık ormanlara, sarp, uçurumlu dağlara ve en mühimi ilk defa gördüğü insanlara, örf ve âdetlerine alışkın olmayan Doğan Bey kaybolmuştu.
Serçetutan bağırıyor, boru sesleri o kayadan bu kayaya yankılanıyor, atlar kişniyordu. Lâkin ondan ne bir ses duyuluyor, ne de bir işaret görülüyordu. Yer yarılmış yerin dibine girmişti sanki. Kışa, soğuğa aldırmadan her taraf, köşe bucak hallaç pamuğu gibi didik didik edildi. Arandı, tarandı. Maalesef bir işaret görülmedi, herhangi bir ize rastlanmadı. Köylere, mezralara ve hatta yayla evlerine kadar adamlar salındı. Bu kısa zaman içinde buharlaşmış olamazdı ya!
Ekip üç gündür bitap düşmüştü âdeta. Fakat ölüsünü veya dirisini bulmadan geri dönmemeye kararlıydılar. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp