Top
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci

ekrem.ekinci@tg.com.tr

18/02/2019

RUMELİ’Yİ NASIL KAYBETTİK?

Osmanlı birliklerini darmadağın eden Balkan devletleri, bu sefer aldıkları ganimetleri paylaşırken birbirine düştü...
 
Jön Türklerin gaflet eseri Balkan Harbi, 8 Ekim 1912’de başladı. Karadağ, Sırbistan, Bulgaristan ve Yunanistan, Osmanlı birliklerini bozguna uğrattı. Hükûmetin ihmali, İttihatçıların yer yer hıyanete varan partizanlığı sayesinde Bulgar ordusu Edirne’ye kadar geldi. İstanbul tehdid altındaydı.
Silahı bol, ama yiyeceği tükenen Edirne, kök, ot, hatta fareyle besleniyordu. Nihayet mukavemet çözüldü; Şükrü Paşa, 155 gün sonra, 26 Mart 1913’te Bulgarlara teslim oldu. Kral Ferdinand bu şanlı askeri tebrik edip kılıcını iade etti; ama trenden indiğinde yere serili Osmanlı sancağını çiğnemekte tereddüt etmedi.
Halkın tezahüratından korkan hükûmet, Şükrü Paşa’nın İstanbul’a Cemal Paşa nezaretinde kapalı bir arabayla geceleyin girmesini emretti. İttihatçılar, darbe yapmadan evvel “Kâmil Paşa Edirne’yi Bulgarlara verdi” diye propaganda yaparlardı ki, bu zillet onlara nasip olmuştur.
6 Mart’ta Yanya düştü. Sultan Hamid’e hal’ini tebliğ etmek üzere İttihatçıların seçtiği heyetteki Draç mebusu Esat Toptânî, İşkodra müdâfii Hasan Rıza Paşa’yı öldürüp, 22 Nisan’da şehri Karadağlılara teslim etti. Müttefiklerle bir olan Arnavutlar, büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır.
 
Göç ve kolera
 
30 Mayıs 1913’te Londra’da Türk tarihinin en feci antlaşmalarından biri imzalandı. İstanbul’dan bile eski 5,5 asırlık vatan toprakları bozuk para gibi dağıtıldı. 38 milyon nüfuslu Osmanlı Devleti'nin, 10 milyon nüfuslu 4 genç Balkan devletine yenilmesi, 130 bin km2 toprak kaybedilmesi, millî haysiyeti yerle bir etti.
93 Harbi'nde görülen göç felâketinin benzeri burada da yaşandı. Yüz binlerce Müslüman, her şeyini geride bırakıp yanlarında kolerayla beraber İstanbul’a göçtü. Geride kalanların çoğu katliama maruz kaldı. Bundan sonra hüküm sürecek olan katı milliyetçilik, büyük ölçüde bu muhacirlerin hissiyatının eseridir. Rumeli’de kaybedilen vakıflar, vakıf medeniyetinin sonunu getirdi. Balkan fâciası, Cihan Harbi’nin de sebeplerinden biri oldu.
Galiplerin ganimeti paylaşırken birbirine düşmesi, ikinci bir harbe yol açtı. Makedonya’yı isteyen açgözlü Bulgaristan, 29 Haziran’da Yunan ve Sırplara saldırdı. Ama arkasında bıraktığı Rumenler, Sofya’ya yürüdü. Karadağ da harb ilan edince, Bulgarlar 5 devlet karşısında kaldı.
Balkan Harbi’nin en ağır yükünü taşıyan; Lüleburgaz ve Çatalca muharebeleri ile Edirne kuşatmasının iyice yıprattığı Bulgar ordusu, kendisinden kat kat güçsüz Yunanlar tarafından kuzeye doğru atıldı.
21 Temmuz’da bir Türk birliği tek kurşun atmadan Bulgarların boşalttığı Edirne’ye girdi. Enver Paşa, her zamanki uyanıklığı ile, Edirne Fâtihi unvanını aldı. Bâbıâli Baskını cinayeti, bunun hatırına unutuldu. Bulgar, Yunan ve Sırplarla imzalanan antlaşmalarla Balkan Fâciası’nın son perdesi indi.
 
Kahramanlar Yarışması
 
Edirne düşmek üzere iken, 2 Ocak 1913’te Şarköy’den bir çıkarma yaparak Bulgar ordusunu çevirmek düşünüldü. Zira Çatalca’da yığılmış Bulgar ordusunu söküp atmak mümkün olamıyordu. Çanakkale Boğazı’nı emniyette tutan Bolayır Kolordusu vardı. Erkân-ı harb reisi (kurmay başkanı) Fethi (Okyar), harekât şubesi müdürü binbaşı Mustafa Kemal Bey idi.
10. Kolordu Şarköy’den çıkarma yaparak Bolayır Kolordusuyla birleşecek; Bulgar ordusunun büyük kısmı bunun üzerine yürüyünce, Çatalca hattı zayıflayacak ve düşman püskürtülerek Edirne, kuşatmadan kurtarılacaktı.
Ne olduysa, Bolayır Kolordusu, kararlaştırılan tarihten bir gün evvel, 10. Kolorduyu beklemeden hücuma geçti. Oyalama şöyle dursun, düşmana taarruz edince, Egzamili’de mevcudunun yarısını şehid vererek geri çekildi. Zafer kazanan Bulgarlar, böylece Çatalca istihkâmlarında daha az birlik bırakarak, olanca güçleriyle Edirne’ye yüklendiler ve böylece şehir düştü.
O günlerde bu hâdise herkesi çok meşgul etmiş; Gazzeli Cemal Bey’in, Fethi ve Kemal Bey’i suçlayan risalesine, Fethi Bey bir broşür ile cevap vermiş; çıkarmanın bir gün tehir edildiği haberini almadıklarını söylemiştir. Miralay Sadık Sabri Bey’in yaptığı tahkikat üzerine Edirne’yi kurtarma şerefini Enver’e kaptırmak istemedikleri için böyle hareket ettikleri iddia edildi. Muhtemelen Edirne düşünce, bu şerefle İstanbul’a yürünüp bir hükûmet darbesi yapılacaktı.
Aşk derecesinde sevdiği çocukluk arkadaşı Mustafa Kemal’i müdafaa ederek suçu kendi üzerine alan Fethi Bey ordudan ihraç olundu. Eski komitacılığına hürmeten Sofya sefiri tayin edildi. Mustafa Kemal Bey de geri hizmete alınarak, arkadaşının yanına ataşemiliter gönderildi. Bu hâdise, Enver ve Kemal Beylerin arasını iyice açtı; Enver muhaliflerinin gözünü Mustafa Kemal’e dikmesine sebep oldu.
Sadık Sabri Bey (Paşa) de, cumhuriyet devrinde sürgün edilerek raporun cezasını çekmiş; ömrünü Mısır’da tamamlamıştır. Egzamili Fâciası, Orgeneral Fahreddin Altay ve Ali İhsan Sabis ile İhsan Ilgar, Ziya Şakir gibi o günleri yaşayan zâbitlerin ifade ve hatıralarıyla da sabittir.
 
Hamidiye Kahramanı!
 
Ege Denizi'ndeki muharebeler esnasında 1 Aralık 1912’de Yunan Averof zırhlısı isabet alıp yan yatmıştı. Rauf (Orbay) Bey’e zırhlının işini bitirmesi talimatı verildi. Ancak kararsız bir şahsiyete sahip Rauf Bey gitmedi; sonradan da işareti alamadım diyerek kendisini müdafaa etti. Halbuki işaret helyosla verildiği için almaması mümkün değildi. Rauf Bey’in asıl endişesi, Averof’u batırırsa, bunun Sadrazam Kâmil Paşa’nın sevap hanesine yazılacağı idi.
Eğer Averof batırılsaydı, Türkler Ege’ye hâkim olacağı için, harbin neticesi değişebilirdi. Donanma, süklüm püklüm Boğaz’a geri döndü. Töhmet altında kalıp, gururu kırılan Rauf Bey, haber bile vermeden Hamidiye zırhlısıyla denize açıldı. Bir atımlık barutunu harcayıp Şira adasını vurdu. Ancak bu delice çıkışının artık bir faydası yoktu. Geri de dönemediği için Süveyş’e gidip harbin sonuna kadar yattı.
Bundan sonra, Hamidiye Kahramanı olarak tanındı. Bu macera, eski deniz subayları Bahri Noyan ve Emrullah Nutku’nun Hayat Tarih Mecmuası’nda neşredilen hatıralarında (1970-71) yazılı olduğu gibi; Ortaylı da 2010 tarihli bir makalesinde etraflı anlatmıştır.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp