Top
Prof. Dr. Çağrı Erhan

Prof. Dr. Çağrı Erhan

cagrierhan@yahoo.com

25/10/2020

Yunanistan’ın oyalama taktiği

Yaz aylarında Doğu Akdeniz’de yükselen tansiyon AB dönem başkanı Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel’in devreye girmesiyle yumuşamaya başlamıştı. Türkiye’nin hiçbir ön şart olmaksızın istikşafi görüşmeleri 2016’da kaldığı yerden yeniden başlamayı kabul etmesine rağmen Yunanistan masaya gelememek için manevra üzerine manevra yapıyor...
Evvela yıllardır gündemde olan Mısır’la deniz yetki sınırlandırması anlaşmasını, tam da istikşafi görüşmeler için ön temasların başlamasından iki gün önce yaptılar. Türkiye -kısa süreliğine limana çektiği- Oruç Reis araştırma gemisini tekrar sahaya sürerek karşılık verdi. Merkel’in bir kez daha devreye girmesiyle, iki ülkenin görüşmelere kısa süre içinde başlayacağı beklentileri arttı. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, biri BM Genel Kurulu kürsüsünden olmak üzere birkaç kez, Doğu Akdeniz’de hiçbir tarafın dışlanmayacağı, geniş katılımlı bir iş birliği konferansı çağrısında bulunarak, Türkiye’nin hakkaniyete dayalı bir çözümden yana olduğu vurgusunu yaptı. Ama AB’nin gayriresmî zirvesinde alınan kararları kendince yorumlayarak bir kez daha su koyuverdi. Bir yandan uluslararası anlaşmalarla askersizleştirilmiş statüde olan Ege adalarına asker ve silah yerleştirmeyi sürdürdü, bir yandan da Ege ve Doğu Akdeniz’de askerî  tatbikatlar yapacağını açıkladı. Elbette Oruç Reis bir kez daha Mavi Vatan sularına açıldı...
Atina aralıktaki AB Zirvesi’ne kadar türlü taklalar atarak masadan kaçmaya ve Türkiye’yi de AB ülkelerine diplomasi tekliflerini geri çeviren ülke olarak lanse etmeye çalışıyor. Atina’nın bir diğer beklentisi ise, ABD seçimlerinde Biden’ın kazanmasıyla, Türkiye üzerinde ABD baskısının artacağı.
Aslında Yunan medyasında KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin yorumlara açık şekilde gösteriyor ki, Atina Akıncı’nın tekrar cumhurbaşkanı seçilmesine de neredeyse kesin gözüyle bakıyordu. Seçimin ikinci turu yapılana kadar Türkiye ile masaya oturmamayı, Akıncı seçildiğinde, Kıbrıs adasında yeni bir çözüm umudu doğduğu düşüncesini AB içindeki dostlarına kabul ettirmeyi hesaplıyordu. Yunanistan, Akıncı’nın Türkiye’den iyice ayrışacağını ve çözüm istemeyen ülkenin Türkiye olduğu tezinin uluslararası alanda büyük destek bulacağını zannediyordu.
Yunanistan hükûmetinin öngörüleri ve hesapları Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yerle yeksan oldu. İstikşafi görüşmelerin gündeminde olmayan Kıbrıs meselesini masaya getirme planları da böylece suya düştü. Herhâlde önümüzdeki birkaç haftayı daha yeni oyun planlarını kurmakla geçirir ve aralık ayına kadar masaya oturmamak için direnirler.
Haklı olarak sorabilirsiniz, “2002-2016 arasında 60 tur görüşmeden sonuç çıkmamışken, bu formatta yeni görüşmelere ne gerek var?” Cevap açık. İki devlet de görüşmeleri kalıcı çözüm bulmak için yapmıyor. Öyle olsaydı görüşmelerin adı, “çözüm müzakereleri” olurdu. Henüz problemlerin ortak adını koymayı ve muhtemel çözüm yollarını keşfetmediğimiz için, bunları keşfetmeye müteallik istikşafi görüşmelerden söz ediyoruz. Konunun özünde egemenlik iddiaları yer aldığı ve her iki ülke de bu egemenlik iddialarından vazgeçmeyeceği için istikşafi görüşmeler 60 değil, 160 tur daha yapılsa buradan kalıcı bir sonuç çıkmaz. Ama hiç olmazsa taraflar arasında doğrudan bir diyalog kapısı olarak fonksiyon görebilir. Doğrusunu söylemek gerekirse, muhtemel bir kriz anında iki ülke dışişleri ve/veya savunma bakanlıkları arasında “sıcak hat” olduğu müddetçe, istikşafi görüşmelerin varlığına ya da yokluğuna da çok takılmamak lazım.
Türkiye’nin AB üyeliği ihtimalinin gündemde olduğu 2000'lerin başında, Brüksel tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgelerinde, “Komşularla (Yunanistan) sınır sorunlarının çözülmesi” ve “Kıbrıs’ta çözüm” şartları katılım müzakerelerinin başlaması ve sağlıklı olarak yürütülmesi için şart koşulmuştu. Hem istikşafi görüşmeler hem de Türkiye’nin o zaman Annan Planı karşısındaki tutumu bundan kaynaklanmıştı. Aradan uzun zaman geçti. AB ile müzakereler ilerlemediği gibi Türkiye’nin tam üyeliğine Brüksel’de ve AB başkentlerinde -kerhen de olsa- destek veren bir elin parmakları kadar ülke kaldı. Türk ve Müslüman düşmanlığı AB üyelerinde en parlak günlerini yaşıyor. AB hızla ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının pençesine doğru sürükleniyor. Böyle bir ortamda elbette Türkiye-AB katılım müzakerelerinin geleceği hakkında parlak sözler söylemek zor.
Diğer yandan, madem Yunanistan masadan kaçıyor ve madem AB müzakerelerinde yaprak kımıldamıyor, dahası AB söz verdiği gümrük birliği güncellemesinde de su koyuveriyor, o hâlde Türkiye’yi kendi Mavi Vatanında hidrokarbon rezervleri aramasını ve bulduğunda çıkartmasını yavaşlatabilecek hiçbir geciktirici engel de kalmamış oluyor. Karadeniz’de olduğu gibi Doğu Akdeniz’de de müjdeli haberlerin gelmesini dört gözle bekliyoruz.
Fakat bu noktada üzerinde kafa yormamız gereken bir durum var. Yunanistan kendi düşük sıkletinin farkında olduğundan Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz’de bir blok oluşturmak için yoğun çaba sarf ediyor. Bu oyunu bozmanın yolu, Doğu Akdeniz Enerji Forumu adı altında şekillenmeye başlayan oluşumun kilit ülkeleriyle siyasi ve ekonomik diyaloğu yeniden üst seviyeye çıkarmaktan geçiyor. Bunların başında da Mısır geliyor.
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp