Top
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

asimsirgil@yahoo.com

16/09/2022

Ey Türk evladı, düşün!

 
 
Tam bin yıl dünyada hüküm sürmüş muazzam Türk hâkimiyetini, Türk devletlerinin dünyaya örnek olarak sunduğu medeniyeti gençlerimize anlatamıyoruz. Bunun neticesi olarak gençlerimiz zalim, despot, zorba devletleri, ileri ve medeni devletler olarak görüyor ve hayranlık besliyorlar. Öyle ki celladına âşık olan kişi misali atalarına kan kusturanlara hayranlık besliyorlar. Neredeyse onların giyim, kuşam ve hayat tarzlarına kadar "taparcasına" bağlanıyorlar!..
Bu eziklik sadece gençlerimize has bir durum değil. Ne hazindir ki aydınlarımız daha beter hâldeler. İlkokulda öğrendiği ve ezberlediği kırıntı tarih bilgileri ile mezara giriyorlar. Bir de, “ben çok tarih kitabı okudum” diyerek hava atması yok mu? Gülünç ötesi bir durum. “Ne okudun” dediğinde ilk yabancıları saymaya başlıyorlar. Zokayı çoktan yutmuş haberi yok!
Bugün Osmanlı denildiğinde burun kıvıran, yüzünü ekşiten, "ne verdi ne yaptı ki" diyen zavallı, acaba bir dönem İngiliz Kraliçesinin düştüğü zelil ve hakir durumdan haberi var mı? Böyle söyleyince hemen, “Fatih, Yavuz veya Kanuni devridir” deyip geçme! Belki adını duyduğunda o kim diyeceğin III. Murad Han dönemini oku. Avrupa devletlerinin büyükelçiler vasıtasıyla Osmanlı başkentinde göze girebilmek için ne taklalar attıklarına şahit ol!
Osmanlı Devleti, III. Murad Han’a kadar olan dönemde limanlarında ticaret yapma hakkını sadece Venedik ve Fransa’ya tanımıştı. Osmanlı’nın Kıbrıs’ı fethetmesi ile İngilizler Venediklilerin yerini almaya başladılar. 1580 yılına gelindiğinde ise artık İngiliz gemileri Akdeniz’de dolaşmakta idi. Ancak Akdeniz’deki İngiliz ticaret gemileri, Osmanlı limanlarındaki seyr-ü sefer ve ticareti, Osmanlı Devleti’nin Fransız gemilerine tanımış olduğu haklardan faydalanmak için Fransız bayrağı çekerek ve Fransa’ya vergi ödeyerek sürdürmekteydiler. Bu sebeple, Fransızlar gibi müstakil imtiyaz elde edebilmek için Osmanlı Devleti nezdinde pek çok teşebbüste bulundular.
Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında münasebetler sadece ticari ilişkilerle sınırlı kalmıyordu. Kraliçe Elizabeth gönderdiği bir mektupla Sultan III. Murad Han’dan İspanyollara karşı açıkça yardım ve destek beklediğini belirtiyordu...
İstanbul’da bulunan İngiliz Büyükelçisi William Harborne’un Kraliçe katından Padişah’a yardım talebi için takdim ettiği mektubu Osmanlı Sultanı’nın Avrupa devletler sisteminde ne kadar üstün bir pozisyonda olduğunu ortaya koymaktadır:
“Padişah’ın yüce katına arzuhâl ilam olunur.
Devletlü ve saadetlü, âlemin sığındığı Padişah Hazretleri’nin yüce katlarına kullarının arzı budur ki, 'İngiltere Kraliçesi' ile 'Zat-ı Şahaneleri' arasında mukaddes bir sulhun vücut bulması hususunda Yaratıcı, bu kulunuzu başlıca vasıta seçmek lütfunda bulunmuştu. Bendeniz dokuz yıl önce bu görevi sadıkane bir tarzda ve isteyerek ifade ettim ki, hususuyla Zat-ı Şahaneleri'ne bahşedilen kudret ve kuvvet vasıtasıyla bizim müşterek düşmanımız olan bütün putperestleri imha edeceklerini ummuştum. Yaratıcı’nın adıyla masum kulunuza acımanız için yalvarırım. Eğer bu putpereste (İspanya'ya) karşı var kuvvetinizi göndermek niyetinde değilseniz, ona zarar vermek üzere hiç olmazsa altmış veya seksen kadırga gönderiniz. Efendim, Kraliçe bir kadın olduğu ve cinsiyeti bakımından savaşa meyilli olmaması lazım geldiği hâlde Yaratıcı’nın bu konudaki emrini var kuvvetiyle yerine getiriyor… Zat-ı Şahaneleri de, bir donanma çıkarırsanız yüce Osmanlı neslinin şan ve şerefi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun muhafazası yolunda hareket etmiş olacaksınız. Bu yapıldığı takdirde mağrur İspanyol ile sahte Papa ve bütün taraftarları, yalnız zafer ümitlerinden mahrum edilmekle kalmayacaklar, belki de bu tür küstahlıkların cezasını bulacaklardır.”
III. Murad Han tarafından da İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e mektup gönderildi. Mektupta yardımların sadece ticari noktada değil ayrıca siyasi amaçların da söz konusu olduğu belirtilmekteydi ve şu ifadeler yer almaktaydı:
“İki ülke arasındaki dostluk ve ahitname-i hümâyûn gereğince dost ve düşmana karşı birlikte hareket edilecektir. Ahitname şartlarına uyulduğu takdirde İngiliz tüccarlarına kimsenin zulmetmek ihtimali olmaz. Eskiden Osmanlı padişahları ile dostluk edenler nasıl saygı görüp himaye edilmişlerse size de o şekilde muamele edilecektir. İspanya’da esir olan Müslümanların İngiltere tarafından kurtarılması sadakat ve bağlılığınızın göstergesidir. Elçinizle göndermiş olduğunuz mektubunuzda Osmanlı donanmasına ilişkin söyledikleriniz hususunda hepsiyle ilgili malumum olmuştur. İlkbaharda büyük bir donanma gönderilmesi kararlaştırıldı. Allahü teâlâ donanmayı zafere ulaştırsın.” 
İşte bu gelişmeler neticesinde İngiltere’yi İspanyol işgalinden ve baskısından kurtaracak Osmanlı donanması olacaktır. Osmanlıların gönderdiği donanma sayesinde İspanyol donanması ikiye bölünmek zorunda kalacak ve İngiltere karşısında büyük bir bozgun yaşayacaktır.
Ey Türk evladı! Bu gücün, haşmetin ve kudretin devam etmesini diliyorsan ceddinin başarı sırlarına vâkıf olacaksın! Tarihini, dinini ve dilini bilecek ondan güç alacaksın. Birliğini, dirliğini muhafaza edeceksin...
 
 
Ah o nezaketle tebessüm!
 
Öte yandan İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth’in ölümü İslam dünyasının hazin hâlini gözler önüne bir kez daha sermiştir.
Ölümü ile birlikte başlayan propaganda ile Kraliçe II. Elizabeth mülâyim, yumuşak, yüzünden tebessümü eksik olmayan birisi olarak sevdiriliyor. Hayır hizmetlerinden dem vuruluyor. Doğumu, evliliği, oğlundan gelininden çektiği acıları ve nihayet ölümüne duyulan üzüntüler en şatafatlı ifadelerle günlerce konuşuluyor.
Onun elliden fazla devleti temsil eden “Commonwealth of Nations” denilen İngiliz Milletler Topluluğu’nun başı sayıldığı, öldüğü güne kadar hâlâ bu devletlerden on altısının resmî devlet başkanı sıfatını taşıdığı gururla naklediliyor.
Keşke Kraliçe'nin yetmiş yıl süren döneminde İngilizlerin yaptıkları zulümler anlatılabilseydi. Kolları ve bacakları kesilen binlerce İskoçyalı, acımasızca öldürülen İrlandalılar, gözünün yaşına bakılmadan katledilen 25 milyon Hintli, hastalıklara maruz bırakılarak yüzde doksanı yok edilen Aborjin halkı, ölüme terk edilen 300 bin Kenyalı, Kraliçe Elizabeth'in 90 küsur yıl boyunca temsil ettiği makamın en büyük utanç mirasından birkaçı olarak tarihe geçti. Bütün bunlar Kraliçe'nin sinsi gülüşünün gerisinde kalmıştı.
Yine İngiliz petrol şirketlerinin ve silah tüccarlarının kasaları dolsun diye Libya, Suriye, Irak, Mısır ve Yemen’de yakılan iç savaş ateşinde yüz binlerce insan öldü, bir o kadarı da memleketini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Aileler mahvoldu. Kraliçe ve devşirmeleri sinsi gülüşleri ile bütün bunları da örtmesini bildiler!..
Ziya Paşa’nın söylediği gibi:
 
Yaktı nice cânlar, o nezâketle tebessüm;
Şîr’in (arslanın) dahi kasd etmesi câna, gülerektir!
 
Bütün bu zulümleri dile getirenleri susturmanın çaresini de bulmuşlar. Gerek ulusal gerekse sosyal medyada devşirilmiş İngiliz hayranları suret-i haktan görünerek ölen bir insanı aşağılamanın veya aleyhinde konuşmanın “Müslümana yakışmadığını” söylemek suretiyle güya merhamet damarlarını harekete geçirmeye çalışıyorlar. Son zamanlarda bu söylemin çok arttığına da dikkat çekelim.
Adamın ömrü Türk ve İslam düşmanlığı ile geçecek, her yazısı veya konuşması ile İslam’a çatacak veya sinsice İslam’ı bozmaya gençleri yanıltmaya dinden İslam’dan soğutmaya çalışacak buna karşılık öldüğü gün adamı sevdirmenin yollarını araştıracaklar. Şimdi ölmüş konuşulmazmış! Fakat Müslüman bir âlim vefat edince aynı zevat bu defa sinsi bir şekilde öylesine gözden ve gönülden düşürme edebiyatı yapıyor ki şaşıyorsunuz.
Böyleleri vefat ettiğinde ecdadımız.
 
Ne kendi etti rahat ne âlem buldu huzur
Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubur
 
diyerek layık olduğu yere uğurlarlardı...
Diğer taraftan işin en hazin tarafı da yine İngiliz siyaseti icabı katlettiği Müslümanlara hoş görünme yollarını açmalarıydı. Bunlardan bir tanesi de devşirdiği nice âlim geçinen zevatı kullanarak kendi sülalesini Müslümanların en sevdiği bir aileye bağlama çabasıydı. Nitekim İngiliz Kraliyet ailesinin Endülüs üzerinden soyunun Ehl-i Beyt’e dayandığı tezi İslam dünyasında ciddi manada revaç bulmuştur. Şeyh Nazım el Kıbrısî ile Mısır eski Müftüsü Ali Cum’a onu Ehl-i Beyt’e nisbet edenlerin başında gelmektedir...
Müslümanlar bu oyunları iyi çözmeli ve Ziya Paşa’nın şu beytini de asla hatırından çıkarmamalıdır:
 
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz,
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde...
 
 
TEFEKKÜR
 
Şimdi uyuyanlar o zamanda uyanırlar
Bir subha resîde olur âhir şeb-i âlem
                                              Ziya Paşa
(Şimdi uyuyanlar o zamanda uyanırlar.
O gün bir sabaha ulaşır dünyanın son gecesi.)
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları