Top
Meryem Aybike Sinan

Meryem Aybike Sinan

meryemaybike@gmail.com

16/09/2020

Ellini aşırdın yüze ne kaldı?

Bir iki gündür Ankara’dayım...
Kız kardeşimle ne zaman bir araya gelsek çocukluk ve gençlik yıllarımızın o tülümsü günlerine gider o güzel ve anlamlı yılları yâd eder, unuttuğumuz her ne varsa hatırlamaya, yeniden yaşamaya başlarız.
Bizim çocukluğumuzda çocuk da olsan, yetişkin de olsan bir ideolojin ve hayata karşı bir duruşun olurdu. Öyle ki okuduğumuz kitap, takip ettiğimiz dergi ve gazeteler ideolojik duruşumuzla ilintili olurdu. Bizim için okunan yazar, takip edilen gazete ve dergiler tek, biricik ve muhteremdi. Bu yaklaşım aslında musikide de böyle idi. Dinlediğimiz müzik türü, sanatçılar da hayata bakışımızla doğru orantılı idi.  
Bunları niye anlatıyorum?
İşte yine kardeşime böyle bir sohbetin içinde iken arabasında kayıtlı olan bir Azerbaycan türküsünün sözleri gelip bizi yakalamış ve düşüncelerin en derinine savurmuştu. Taş plaktan kaydedilmiş ve Âşık Ali adındaki şairin bu ezgisinin sözlerini çerçeve içine kaydedip bütün caddelere asmak gerek dedim kardeşime:
“Yığdın bu dünyanın malın dövletin,
Ellini aşırdın yüze ne galdı?
Ayak getti, el getirdi, diş yedi,
Bahmahtan savayi göze ne galdı?”
Türkü insanlara ciddi ciddi sormuş:
“Ellini aşırdı, yüze ne kaldı?”
Mal mülk derdine bütün ahlaki normları çürütüp çöpe çeviren insanlara yönelik bu haklı serzenişin, bir türkünün ezgisine takılıp uzun yılları aşıp gelmesi ve olmadık bir anda böylesine arifane bir hatırlatmada bulunması ne kadar gariptir düşünene…
Bu asırlık türkünün kardeşimin arabasında kayıtlı olması, bu eseri hâlâ dinliyor oluşu düşündürüyor beni.
Kardeşim gözleri buğulanarak:
“Dünün gençleri ve çocukları duyguluydu, içliydi, hatıralara saygılı, geçmişe meraklı, kültürel nesnelere yakındı. Bugün ise ne yazık ki gençliğin ne bir müzik seçkisi, ne bir ideolojik duruşu, ne de kültür ve medeniyet unsurlarına bir yakınlığı ve sevgisi var. Hayata tamamen metal bir yaklaşımları olan bir kuşakla karşı karşıyayız. Öyle ki bunun verilen eğitimle de ilgisi yok. Yabancı akımların, başta hiç’liğin ve hedonizmin, bütün gücüyle önüne konan bütün güvenlik duvarlarını yıkıp toplum sosyolojisini bir kasırga misali darmadağın ettiği bir çağda yaşıyoruz.
Artık genç kuşağın tek hedefi var. O da rahat yaşayacağı, parası bol bir meslek edinmek ve keyfince yaşamak! Bizim kuşağın dinlerken ağlayabileceği bir türkü, bir şarkı, güzel bir söz bu yeni kuşağın ruhundan tek bir teli dahi kıpırdatmıyor! Bizim ağladığımıza, onlar gülüp geçiyor…”
Evet bizim büyüdüğümüz çağda, gazeteler kültür kitapları hediye ederlerdi, şairler geleceğe kalan şiirler yazar, besteciler yıllarca söylenecek şarkılar besteler yüreğe hitap ederlerdi. Duygunun, sevginin, ruhun, içtenliğin, vefanın bir hatırı ve ederi vardı.
Sonra ne olduysa gerçek şiirler söylenmez oldu. Bestecilerin nesli tükendi. Şarkılar sustu. Hissiz, aşırı soğukkanlı, aşırı gerçekçi, egosu yüksek, her türlü iyiliği ve güzelliği kendi nefsi için isteyen, değerler manzumesine bigâne, inancını bile sorgulamaya başlayan bir garip insan modeli hızla çoğalıp her tarafı sardı. Aklımdan bu düşünceler kol gezerken sanatçı türküsünün anlamlı sözlerini bana ısrarla duyurmaya devam ediyor:
“Havaya bakıram hava ne cuşdu,
Gezdiğim oylağlar yâdıma düştü,
Bir güneşti dersin Ali de köçtü,
Sındı telli saza tezane Galdı...”
Hayatımızdan kalbimiz kendini çekti. Sadece akıl yürütüyoruz. Oysa biz aklı ve gönlü el ele tutuşan bir medeniyetin insanlarıydık. Bize ne oldu?
Âşık Ali’nin söylediği gibi “Ayak gitti, el getirdi, diş yedi”… Sonra ne oldu? E ne olacak? Sonrası ölüm!
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp