Top
Meryem Aybike Sinan

Meryem Aybike Sinan

meryemaybike@gmail.com

07/08/2019

Sahneden çekilenler!

 
Günlerdir güneydeki sahil beldelerinin birindeyim.
Genellikle hukukçuların oturduğu bu site ormanla denizin kavuştuğu 'cennetten bir koy’a vakti zamanında bir şekilde kondurulmuş. Emekli olmuş, ömrünün bu hazan vaktini biraz dinlenerek geçirmek isteyen insanlar için fevkalade huzurlu ve güzel bir tatil köyü…
Palmiye, portakal, mandalina, limon ve zeytin ağaçlarının birbirleriyle kapıştığı bu Akdeniz kasabasında akşamları esen rüzgâr, civardaki dağlardan topladığı kekik kokularını önüne katıp yüzünüze hohluyor ve bu güzel kokular insana tatlı ve incelikli bir huzur veriyor.
Genellikle altmışlı, yetmişli yaşları çoktan geride bırakmış insanların çokluğu dikkatimi çekiyor. Yazlıklarında torunlarını ve çocuklarını ağırlıyorlar. Belli ki bu mevsimde bu yazlıklar dolup taşıyor. Çoluk çocuk, gelinler, damatlar, torunlar derken bu müstakil evlerin balkonları, verandaları nasıl da kalabalık!
Yalnız bir şey dikkatimi çekiyor. Gençler küçük çocuklarını nine ve dedelere bırakıp kendi dünyalarına çekiliyorlar ve sadece denize girip, yüzüp, güneşlenip, yiyip içiyorlar… Peki ya çocuklar?
Önceki sabah, üzerinde çalışmakta olduğum romanıma dalıp sabahı getirdiğimi fark ettiğimde saatler sabah beşi gösteriyordu. Arada büyükçe bahçe olsa da çalıştığım odamdan karşıdaki yazlığın verandasını görebiliyorum. Mehmet Bey -ki kız kardeşim kendisinin emekli hâkim olduğunu söylemişti- bir baktım uykudan uyanmış ve huysuzluk yapan iki küçük torununu oyalıyor, onlara bir şeyler yedirip içiriyor…
Bir dede için bu elbette harika bir duygu olmalı! Ancak küçük çocuklarla ilgilenmenin güzel tarafları olduğu kadar sıkıcı ve yorucu tarafları da vardır. İlerleyen saatlerde de bu mesainin devam ettiğini gördüm. Sebebini bilmediğim bir sıkıntı ve hüzün içime oturuverdi birden… Acaba genç anne ve babalar torun sevgisini belli bir yaşa gelmiş nine ve dedelere tattırırken çok mu pahalıya ödetiyorlar diye düşünmeye başladım. Maalesef son yıllarda ülkemizde belli bir yaşın üzerindeki insanlara saygı ve muhabbet noktasında birtakım zaaflar  baş gösterdi. Fazlaca dünyaya bel bağlayan insanlar olduk.
Oysa dünya bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes senaryosunu kendisinin yazdığı bir oyunun içinde kendi hayatını oynuyor aslında, birçok avuntuyla yaşamak için pek çok olmaza boyun eğiyor, değmeyecek onca sıkıcı şeye ömrünü harcıyor, bir hiç uğruna sağlığını yitiriyor… Sahnedeki yerlerini doldurulamayacak zannedenler de bir süre sonra anlıyorlar dünyadaki her şeyin geçici olduğunu ve birer ikişer iniyorlar sahneden!
Bu sitedeki bu kadar emekli olmuş insan bir süre önce sahnede idiler ve muhtemelen kendilerini vazgeçilmez zannediyorlardı. Oysa onlar gittikten sonra hiçbir iş aksamadı, birileri gelip onların yerini doldurdu.
Uğruna bir ömür verdikleri işler şimdi ne durumdadır, kimler yürütmektedir, haberleri dahi yoktur artık! Arkalarından el sallayanlar bile yitip gitmişlerdir. Herkes uzun ve yorucu bir hikâye olmuştur! Kim bilir?
Yaşlılarımızı, büyüklerimizi, tanıyalım, tanımayalım onları saymak ve onlara hiçbir hususta kusurda bulunmamak bilincini genç kuşaklara anlatmak ve öğretmek mecburiyetindeyiz. “Bereket büyüklerledir” ifadesi ne kadar da doğru ve yerinde bir tespittir. Hiç kimse unutmasın ki “yaşlılık” herkesin içinden kesin geçeceği bir akıbettir!
Yahya Kemal Beyatlı bu hâli şöyle anlatır bir şiirinde…
Fâni ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarumar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
İşte insan olmak böyle acıklı bir maceradır!..
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp