Top
İsmail Kapan

İsmail Kapan

ismail.kapan@tg.com.tr

05/12/2019

NATO’nun beyin sağlığı nasıl?!

        ●Londra
 
Londra’daki NATO zirvesi, bir öncekinde de olduğu gibi hayli sancılı geçiyor… Zirve öncesinde, Türkiye’ye siyasi ve psikolojik baskı amaçlı yoğun bir karalama teşebbüsü vaki oldu. Türkiye’nin NATO’ya şantaj yaptığını söyleyecek kadar işi ileri götürdüler. Tabiatıyla Türkiye, bu hücumlara bütün kademelerde en net cevapları verdi. Barış ve istikrarın korunması için, NATO’nun bölgesel ve küresel harekât merkezlerinde, en fazla katkı veren beş ülkeden biri olduğunu hatırlattı. Yasa dışı göç ve insani misyon konularında, bilhassa en fazla destek veren üç ülkeden biri olarak, Türkiye’nin NATO’ya olan katkılarının asla inkâr edilemeyeceğini belirtti… Bu gerçeklere rağmen, karalama çabalarının altında ne yatıyor? En önce bunun sebebi, Batı’nın bencil ve hatalı yaklaşımlarıdır. 1980’li yılların sonunda, Sovyetler Birliği’nin dağılacağına dair emareler yayılırken, Ronald Reagan ve Margaret Thatcher gibi dişli siyasetçiler, NATO’nun bundan sonraki düşman renginin “Kızıl” yerine “Yeşil” olacağını söylüyorlardı… 1991’de Sovyetler Birliği resmen dağıldığında ve Varşova Paktı tarihe karıştığında, NATO’ya artık ihtiyaç olup olmadığı hararetle tartışılmıştı. 1992’de Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte, Sırpların Bosna Hersek’te başlattığı soykırım, katliam ve toplu tecavüz vahşeti, tam üç sene boyunca AB ve ABD tarafından sadece seyredildi. 20. Yüzyılın bitiminde, bu utanç verici faciaya tam üç yıl sessiz kaldıktan sonra, nihayet 1995 Ağustos ayında, Sırp vahşetine karşı NATO harekete geçebilmişti… Fakat 11 Eylül 2001 saldırısından sonra, aynı NATO, ABD’nin peşinden Afganistan’a sürüklenmek için bu kadar beklememişti! Hele hele 2011 Mart'ında, Libya’yı bombalamak için; Fransa, BM Güvenlik Konseyi’nin kararını bile beklemeden harekete geçmişti...
Peki, 2007’de, Elize Sarayı'nın bahçesine, Kaddafi’nin bedevi çadırını kurdurtan Sarkozy’nin acelesi neydi acaba? Yoksa kendisinin seçim kampanyası için, Kaddafi’den aldığı yüklü miktarda rüşvetin izlerini silmek miydi hedefi? Şimdilerde tuhaf tavırlarıyla dikkat çeken Macron’a bunu birileri sormuyor mu? Hani, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşiyor” derken neyi kastediyor, daha açıkçası neyin peşinde? Merkel ile rekabet amaçlı, birtakım teşebbüslerde bulunmaya çalışırken kendisini De Gaulle filan mı zannediyor? De Gaulle, iki dünya savaşında da görev yapmış, daha sonra da Fransa’nın başına ikinci defa geçen bir liderdi. Ülkeyi nükleer güç hâline getirdikten sonra, ABD hegemonyasına kafa tutmuş ve bu sebeple de, 1966 yılında Fransa’yı NATO’nun askerî kanadından çekmişti…
Evet, o zamanlar Fransa yükselen güçtü… ABD’nin kendisini müstemleke gibi görmesine (Fransa’daki üsleri tepe tepe kullanıyordu) son vermek için, NATO’nun genel merkezini; ABD’nin elli bin asker ve sivil memuru ile birlikte, Fransa dışına (Belçika’ya) yolladı… Ancak Fransa 43 yıl sonra (2009), Sarkozy döneminde, yeniden Paktın askerî kanadına dönme ihtiyacı hissetti. ABD’nin bastonu olarak, Macron’un; Güney Savunma Planına karşı çıktığı, Türkiye’nin de onayıyla… Acemi Macron, kendisini dev aynasında görüyor. Bu zata, birileri asla De Gaulle gibi bir rol oynayamayacağını hatırlatmalı herhâlde… 1960’larda Fransa, ABD’ye karşı bağımsız hareket etme hamleleri yapıyordu. Ama bugün aynı Fransa’da, üniversiteli gençler “Açız…” diye sokaklarda nümayiş yapıyor! Emmanuel Macron, boyundan büyük laflar ederken, bu tabloyu gözünün önünden ayırmamalı. Nitekim “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşiyor…” lafı üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan çok sert bir zılgıt yedi. Macron, Trump’ın koltuğu altında bir yere gidemeyeceğini fark etse kendi yararına olacak… Çünkü Trump uyanık tüccar olarak, tahsilat peşinde ve başta Almanya-Fransa olmak üzere, AB ülkelerine savunma için daha fazla para harcayın diyor. “Gayri Safi Millî Hasılanızın yüzde ikisini bu işe ayırın. Sizi daha fazla sırtımızda taşımak zorunda değiliz” diyor. AB bu azarları işitmekten fena hâlde rahatsız, ama NATO konusunda ilave bir şeyler yapmak için de istekli görünmüyor. Bu arada Macron, tam tersine daha çok şey bekliyor havasında…
Londra zirvesinin en sıcak konusu, NATO’nun Baltık ve Polonya için hazırlanan yeni savunma planı… Türkiye bu konuda açık tavrını koydu. Suriye’nin kuzeyi için önerdiği güvenli bölge ve oradaki PKK/PYD tehdit unsurunu içine alan, “Güney Savunma Planı” açıkça desteklenmeden ve terör örgütüne karşı, NATO tarafından resmî ortak dayanışma tutumu açıklanmadan, Baltık Planına destek vermeyeceğini peşinen ilan etti. Kısacası Türkiye nereden gelirse gelsin, dayatmaları asla kabul etmiyor, etmeyecek. Bu kararlı tavrımızı artık müttefiklerimizin anlaması ve hazmetmesi gerekiyor. 1974 Kıbrıs Harekâtı'ndan sonra, Yunanistan; müdahaleye mâni olamadığı için protesto maksadıyla, NATO’nun askerî kanadından çekilmişti. Daha sonra dönmek istediğinde ise, Türkiye’nin vetosu ile yüz yüze geldi. Sivil hükûmetler, ABD’nin zorlamasına direndi. Ne var ki, 12 Eylül Darbesinden sonra; askerî yönetim, karşılığında hiçbir taviz almadan itirazı kaldırdı ve böylece Yunanistan dönebildi!..
Şunu net olarak belirtelim ki, Türkiye 1980’lerin, 90’ların Türkiye’si değil. Batı'nın anlamak istemediği şey de bu. Ama anlayacaklar. Birileri bizi dışlamak istiyor. Ama unutmasınlar, Türkiye NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip… Tarihî mirasının icabı olarak, yeni çekim merkezi olma yolunda ilerliyor. Dolayısıyla NATO meselesi bizim için yegane alternatif değil. Biliyoruz ki, yeni bir dünya düzeninin oluşma sancıları yaşanıyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan BM de, NATO da, artık günümüz şartlarına cevap veremiyor. Üstelik ABD, her iki kuruluşu kendi emellerine alet ediyor!.. Bu sakil durum devam edemez. Dünya siyasi dengeleri yerine oturmadan da, çalkantılar sona ermez. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle, NATO artık kendini güncellemeli. Atlantik Paktı'nın beynindeki hasar, ancak ciddi bir reformla tedavi edilebilir...
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp