Top
İsmail Kapan

İsmail Kapan

ismail.kapan@tg.com.tr

03/12/2019

NATO Türkiye için yolun sonu mu?

NATO Zirvesi bugün Londra’da başlıyor... Kuzey Atlantik Paktı’nın 70’inci yıl dönümünde, hâlihazırdaki meseleleri ve geleceğe dair önemli planları masaya yatırılacak. Peki, NATO’nun “beyin ölümü” ne âlemde?!.
 
 
Türkiye’nin NATO serüveni, tam 67 sene evvel başladı… 18 Şubat 1952, resmî üyelik tarihimizdir. Bunun öncesi de var şüphesiz. Türkiye güvenlik dayanışması için, nasıl bir arayış içindeydi ve söz konusu olan tehditler neydi? 1945’lerde yani II. Dünya Savaşı'nın sonunda, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak talebi ve Boğazlar üzerindeki hak iddialarını hatırlayalım… O sırada fiilen ikiye ayrılan dünyada, Doğu Bloku'nun lideri konumundaki Sovyetler Birliği’nden gelen bu tehditlere karşı, Batı Bloku içinde yer almaktan başka bir alternatif de yoktu. Kaldı ki, Türkiye’nin bu güvenlik iş birliği arayışına karşı, Amerika Birleşik Devletlerinin o zamanki Başkanı Roosevelt, uzun müddet kayıtsız kaldı… Nihayet Yunanistan’da, komünist militanların merkezi hükûmeti zorladığı iç savaşın kızışması üzerine, 12 Mart 1947’de, onun halefi Harry Truman, ABD Kongresinde, bilahare kendi adıyla ‘doktrin’ diye anılacak olan, Sovyet tehdidini önlemeye yönelik planını açıkladı. İlk etapta Kongre’den talep edilen 400 milyonluk yardım miktarının aslan payını, 300 milyon doları Yunanistan’a verdiler. Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. 1947’den beri ABD ve NATO ile ilişkilerimiz, nedense hep Yunanistan’ın gölgesinde kalmıştır. On yıllarca ABD’den gelen savunmaya yönelik yardım ve destek, hep 2/3 oranında, Türkiye ile Yunanistan arasında taksim edildi… NATO’ya girmeden evvel, Kore’ye asker gönderip savaşan biziz. Ama Eylül 1951 yılında, Yunanistan ile birlikte NATO’ya girme davetini aldık ve aynı yılın ekiminde de yine birlikte giriş protokolü imzalandı. Bu hususun altını özellikle altını çizelim. Zira bundan sonra bahsedeceğim hususlar, hep aynı adresle ilişkili olarak gelişmiştir.
1964 yılında, Kıbrıs’ta Rumlar Türklere baskı ve katliam uygularken, Türkiye’nin müdahalesini önlemeye dönük mahut Johnson mektubunda aynen şunlar yazılı idi:
“… Ayrıca Türkiye tarafından Kıbrıs’a yapılacak askerî bir müdahale, meseleye doğrudan Sovyetler Birliğinin de dâhil olmasına yol açabilir. NATO müttefiklerinizin tam ve muvafakatları olmadan, Türkiye’nin girişebileceği bir hareket neticesinde ortaya çıkacak bir Sovyet müdahalesi karşısında, Türkiye’yi müdafaa etmek mükellefiyetleri olup olmadığını müzakere etmek fırsatını bulmamış olduklarını takdir buyuracağınız kanaatindeyim…” Şu garip tecelliye bakar mısınız, Türkiye; Sovyetler Birliğine karşı, güvenliğini garantiye almak için NATO’ya giriyor. Velakin NATO’nun belirleyici durumdaki ortağı, bunun tam tersi ile Türkiye’yi tehdit ediyor!.. O mektupta, verilen silahların kullanılmasına da müsaade edilmeyeceği yazılı idi. Nitekim bundan on yıl sonra, 1974’te; Türkiye Kıbrıs Barış Harekâtını yapınca, derhal bize karşı silah ambargosu uyguladılar. Sadece silah değil, aslında her türlü ekonomik ve siyasi ambargoya şamil uygulamalar hâlen devam ediyor. Son olarak, Almanya silah ambargosunu bir kere daha uygulamaya koydu… Türkiye için, 74 sene evvel baş gösteren güvenlik tehditleri, zaman içinde değişimler geçirerek devam etti, ediyor. ABD ile 72 sene evvel başlayan ikili ve çok taraflı ilişkiler de (Ki burada NATO en önemli ortak paydadır), inişli-çıkışlı ve bazen kriz seviyesine çıkarak devam ediyor.
Bakınız 55 sene evvel, Johnson Mektubu ile vaki olan tehdit, günümüzde Donald Trump’ın aynı tonda ve hatta daha da kaba ve saygısızca mektubu ile tekerrür etti. Hem de Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelmiş çok ciddi bir tehdit karşısında, üstelik buradaki tehdit unsuru olan terör örgütünü bizzat ve alenen ve resmen destekleyen müttefikimiz, ABD bunu yapıyor!.. Ne diyordu Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine aynen iade ettiği küstah mektubunda? PKK/PYD’nin elebaşı olan terörist Abdi Şahin’e “general” payesini vererek, onunla görüşülmesini, muhatap alınmasını istiyordu… Peki, Türkiye ne yaptı? Buna cevap olarak Barış Pınarı Harekâtı'nı başlattı ve terör örgütünü sahada silip süpürdü. Şimdi işin püf noktasına gelelim: NATO sözleşmesinin 5. Maddesi, bildiğiniz gibi, üye ülkelerin sınırlarını ortak sınır kabul ediyor ve herhangi bir tehdit ve saldırı durumunda, Savunma Teşkilatının devreye girerek ortak savunma yapma ve tehdidi bertaraf etmesini öngörüyor. Peki, Suriye sınırında, 2011 yılından beri fiilen söz konusu olan bu tehdide karşı, bir yardım gördük mü? Bir müddet için gönderilen ve daha sonra da sökülüp götürülen iki Patriot bataryasından (Almanya ve Hollanda, daha sonra İspanya ve İtalya) başka bir hareket göremedik. Aslında 1984 yılından beri bu böyle… Ama ABD söz konusu olunca, NATO ta Afganistan’a gidip 20 yıl savaşabiliyor!..
Şimdi burada kritik soruyu soralım. NATO Türkiye için yolun sonu mudur? Türkiye’nin yöneticileri “Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz” derken neyi anlatmaya çalışıyor? Terörle mücadele konusunda, salt ikiyüzlülük yapıp Türkiye’ye sırt çeviren AB ülkeleri, Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’ın kendi şemsiyeleri altında yapmak istediği oldubittiye karşı, Türkiye’nin sessiz kalacağını mı sanıyorlardı? 1991’den beri, NATO’nun varlığı ve görevleri tartışma konusu olurken, bundan en fazla endişe duyan ve kendini çıkmazda hisseden Avrupa Birliği ülkeleridir. Türkiye kendisine yönelen tehditleri, bertaraf ederken bırakın NATO’dan destek görmeyi, ABD ve Fransa gibi sözde müttefikler, karşı cephede terör örgütleriyle birlikte bizim kuyumuzu kazmaya çalışıyor. Bugünlük yerim doldu. Ama bir yazı daha gerekiyor… Beyin ölümü ne durumda?
 
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp