Top
09/10/2019

Okkalı tokaçlardan dijital tuşlara

Suyunu bakır kazan, ya da termosifonla ısıtan kaldı mı acaba? Hangi evde galvaniz leğen, mayi sabun, çivit, kola bulunur bu saatten sonra...

Eskiden mahalle çamaşırhaneleri olurdu, lülelerinden 7/24 su akar. Sokağın eli belinde bir teyzesi vardır, milleti koyar sıraya. Sen salı geleceksin sen çarşamba! O gün çamaşırhane emrinize amadedir. Temiz alıp temiz bırakacaksınızdır, yoksa var ya, nokta nokta...
Olmadı bahçeye piknik tüpü oturtursunuz, kazan inceden fıkırdamaya başlar. Beyazlar zaten akşamdan yatırılmıştır çamaşır suyuna. Maşrapa maşrapa haşlak su alınır. Galvaniz leğende kalıp sabunla çitilene çitilene köpürtülür. Kadınlar titizliğine göre ikinci su, üçüncü su yıkar ve mutlaka şartlarlar.
Çamaşır sıkmak bilek ister. Koca çarşafları öyle bir kapıp kıvırırlar ki, gemi halatı gibi gıcırdar. Serer kurutur, jilet gibi katlar, ıtırlansın diye lavanta bırakırlar aralarına. Renkliyi herkes yıkar da beyazı kar gibi ağartmak ihtisas mevzuudur aslında. Hem hırpalayıp örselemeyeceksin hem de zerre miskal kir kalmayacak.
O beyaz ötesi rengi yakalamak için çivit atılır son suya. Çamaşırı sarılıktan kurtarır, tatlı bir mavilik hâkim olur havaya.
Aslında çamaşırı ağartan güneştir, yalapşap yıkasan bile temmuz günü astıysan kâğıt gibi olur evelallah. Bir de bacaların zift tüttüğü gri şubatlar var di mi ama?

PEK DE HAMARAT!
İyi gelin çamaşır yıkamasından belli olur, hanımnineler gözlüklerinin üzerinden bakar “Ah bu kız pek erbap” derler. “Anasına mı çekmiş ne, zaten bunlar sülalecek hamarat.”
O kız evde kalmayacaktır, yazın bir kenara!
Hâli vakti yerinde olanlar çamaşırcı kadın tutarlar. Vatandaş kararlaştırılan gün erkekler çıktı mı eve damlar. Beş on tuğlayla ocağı kurar, odunları yarar, yakar. Kara kuru bir şeydir ama parmakları çivi gibidir âdeta. Benim diyen bornozları mendil gibi sıkar, dirseklerinden köpükler akar. Çamaşırcılara asla uşak muamelesi yapılmaz adı “filan hanımteyze”dir, yemeğe birlikte oturulur, yastıklar konur arkasına. Çörek börek tarifi verir, dantel örnekleri alır, sanki güne gelmiş hanımabla.
Garibin saltanatı da o kadardır zaten, akşam hayırsız oğlu ya da ayyaş kocası parasını elinden alacaktır ihtimal. Bu yüzden bir ilave çıkıntı yapılır ki, çaktırmadan atsın zulaya. Bir de torba katılır yanına, kullanılmayan fistanlar, terlik pabuç, bulgur tarhana.

MADEM SU VAR...
Kaba çamaşırlar, keçeler, kilimler derede yıkanır, yatırılır bir taşa, dövülür tokaçlarla. Tamam halılar her hafta silkelenmektedir ama arada bir ırmakta yatsındır di mi, su girsindir ilmekler arasına.
Kazlar ördekler alışkındır bakmazlar bile şamataya.  
Çamaşır ne kadar çalkalanırsa o kadar temiz olur, isini pisini bırakır suya. Bu yüzden denizciler üstünü başını bir sepete koyar, sallarlar suya. Gemi gittiğine göre su iliklerine işleyecek, kirleri sökecektir sonunda.  
Yıllar evvel Ohri civarında rastlamıştık, suyu kanala almış çağlayan gibi yüksekten akıtmışlar. Çamaşırları altına bırakıyorlar. Bilmem kaç batmanlık değirmen taşlarını fırıldak gibi çeviren ark, toz, toprak bırakmıyor çulda çaputta.
İyi de alıp götürmez mi? Hayır tahtalar çakılmış yöresine yanına. Anlamadınız tabii, siz en iyisi Seyyah-ı Fakir’i seyredin, Raşit Kardeş’imiz tafsilatıyla girsin mevzuya.  Ama suyumuz o kadar bol değil, o zaman ne yapacaksın? Çamaşırı gezdireceksin sabit kapta. Makinelerin mantığı da o zaten, çevir o yana, çevir bu yana.

YOK DAHA NELER?
17-18. yy.da Avrupalı zenginler değişik kıyafetler diktirir dolaplarını doldururlar. Evde çamaşırla ilgilenen birkaç hizmetçi olur; yıkar, asar, ütüler, kola çekerler yenlere yakalara.  
İyi de adamlar abdestsiz, taharetsiz. Bir ömür yıkanmamakla övünüyorlar. Haydi kokuyu parfümle bastırıyorlar ama kir, katman katman. Horhor hamamına götürüp keselesen rögarları tıkar.
İlk çamaşırhane 1837’de Newyork’ta açılır. Duyanlar “Yok daha neler” deseler de gün gelir girerler kuyruğa.
Sierra Nevadalı altın avcılarının, çamaşırla kaybedecek vakitleri yoktur. Belki de aradığı sarı külçe şu an tıngır mıngır yuvarlanıp gelmektedir o yana. Verir birkaç sent, yıkatır Çinli çamaşırcıya. Sonra bir bakar; Çinli patron olmuş, o hâlâ dere yataklarında kalbur sallamakta..
Afrika’da da çamaşır erkek işidır, gassaller (ölü yıkayıcıları) müşteri bekler nehir kıyılarında.
Bizde pazartesi çamaşır günüdür, o gün kızartma yapmasanız iyi edersiniz, kokusu sinebilir urbalara.
Komşu o gün kar gibi beyaz çamaşırlarını serdi, sizin de halı dövesiniz geldi.
Karakolda biterse iyi, kaçıp kaybolsanız iyi ederseniz, yoksa domdom kurşunuyla…

HER EVE LAZIM
İlk çamaşır makinesi ABD’de ortaya çıkar (1900’ler) Maytag adlı bir firma servi ağacından bir fıçı yapar. Yanındaki çarkı çevirirsiniz, krank hareketi alır, aktarır volana.  
Sonra bir Wringer (merdane) eklenir yamacına. Derken elektrik motorları takılır, cereyansız çiftlikler için içten patlamalı motorlarla tahrik edilir hatta. O günlerde merdane vakaları çoktur, kadınlar ellerini kollarını kaptırırlar, hele saçından yakalamasın kafa derinizi yüzer maazallah. Bu yüzden Easy Release (boşalt bırak çubuğu) eklenir bir kenarına.
Küvetler de gelişir ahşaptan galvanize, sırlı çinkodan alüminyuma. Bir ara porseleni dener, sonra metali camla kaplarlar, biliyorsunuz emaye diyoruz onlara.
Çarklı, şanzımanlı, kurutmalı, durultmalı derken programlılar çıkar. Komut verirsiniz. Saat 17.00’de başla! On dakika sonra kapat, geç uykuya! Suyunu kendi ısıtır, deterjanını kendi alır, yıkar, paklar, sıkar. Size asmak kalır. (Eee onu da yapın ama)

EŞSİZ FORMÜLÜYLE...
Benim tül perdelerim niye eller günler gibi bemmmbeyaz diil. N’apsam acaba?
Böyle bir muhabbet açıldı mı; tuz at, sirke kat, limon sık diyenler çıkar, yakayı kaptırırsanız dağa yollar, havlıcan toplatırlar.
Birde inatçı lekeler vardır, çay, kahve, çimen, sandık lekesi gibi. Hele mürekkep, vişne, şalgam, karadutum çatalkaram...
Kan kurutmaya gelmez, henüz sıcakken yıkayın, iz bırakmayın ortalıkta.
Bu arada birileri deterjanını değiştir diye asılacaktır mutlaka.
İlk deterjanı ABD’li bir firma sürer piyasaya. Ve bu ürün (Tide) sahibini imparator yapar (Procter and Gamble). Ancak taşıdığı fosfat çevre düşmanıdır, göllerin denizlerin canına okur zamanla. Sonra “Biz bu organik kirleri bakterilere yedirsek” fikri parlar, işin içine enzimleri katarlar. Mikropluk nereden baksan!

ÖLÜMÜNE SEVDA
Kalsiyum klorür, Glauber tuzu derken sodyum hipoklorit (çamaşır suyu) arzıendam eyler alkışlarla.  
2NaOH + Cl₂ = NaCl + NaClO + H₂O
NaCl tuz, H₂O su, onları biliyorsunuz. Aradaki NaCLO ise kirleri çözer parçalar ki, kısaca “hypo” diyebilirsiniz ona. (Ben kopya çektiğimden biliyorum, kimyam nakıstır yoksa)
Hipoklorit kirlerle birlikte lifleri de hırpalar, sonra “Ayşe Teyze cırt!” Hadi bakalım çarşaf iki parça. Bazı temizlik hastaları da, banyo ovalarken tuz ruhu, çamaşır suyu ne varsa boca eder ayakaltına.
O kokuyu hatırlıyorsunuz değil mi? Hani hafif ekşimtrak! Felaket zehirleyicidir, o çıkan klor gazı Birinci Cihan Harbi’nde kimyevi silah olarak kullanılmış ve yasaklanmıştır “zinhar” kaydıyla. Eğer soluduğunuz havadaki nispet, litrede 2,5 miligramı aşarsa buyurun cenaze namazına. Kir sökücüler, ağartıcılar, parlatıcılar, sentetik kokular, yumuşatıcılar... Hani bir nevi kimyevi saldırı, hangisinden kaçacaksın sonunda?   
Sonra sorarsınız:
Bu çocuk niye astım oldu acaba?

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp